Tespitler ve "Gitmek"



Bu şarkıyı birkaç gündür, özellikle bugün onlarca kez dinledim. Bu aralarki halim ile bir 'eşleşme' buluyorum bu ses ve şarkıda. Ben bu yazıyı, bu şarkıyı dinleyerek yazıyorum. Dilerlerse, okuyacaklar da bunu dinleyerek eşlik edebilir. Lakin bunun yanında belirtmek isterim ki, bu uzun bir yazı olacak. 


Bu sabahki gibi, birkaç gündür pek güzel olan havada şu an deli bir fırtına var. Melerence Hanım ise incecik bir hırka ile geldi işe; bakalım eve nasıl dönecek? Evet, -tabii ki- kendisi hala ofiste. Lakin mutsuz değil. Melerence Hanım, pek kolay mutsuz olmuyor.

Lakin bazen müthiş ciddiyetsiz, umursamaz, umarsız oluyor mesela. Bazen çok kıymet verdiği şeyleri hiç önemsemiyor, bazen değer vermediklerini pek önemli addediyor. Bu gibi durumlarda, arada bir hissettiğinin aksine 'yaşamaktan anlamadığı' hissine kapılıyor. Zaten en çok bu gibi zamanlarda 'gitmek' hissince sarılıyor.

Ben ki bir Melerence Hanım, bu aralar aklımda hep aynı başlıklar, ruhumda hep aynı hisler, aynı kırgınlıklar, aynı sevinçler dolaşıyor. Misal olsun...

- Ömrü "-mış gibi" yaparak, "-mış gibi" yapanları izleyerek geçirmekten ziyadesiyle sıkılmış durumdayım. Rollerden, kapalı hallerden, ÇAT diye ölebileceğini bir türlü anlamayan insanlardan da öyle. Misal eskiden tahammül ettiğim halde, artık kendilerini hayatımda asla ve kat'a tutmuyorum. Ki, ne istediğimi bilmediğim anlarda dahi, ne istemediğimi iyi biliyorum. Sanırım? Tüm bu hastalıklı döngü, zaman yani ömür harcamaktan başka bir şey değil sayın okur. Kendinize bu iyiliği yapın.

- Bu ülkede kalsam ya Trabzon'a ya Artvin'e taşınırdım. Hatta bugün öyle Artvin'de iş baktım ama sadece araba tamircisi ilanı çıktı. O altın bilezik de bizde yok. 10 sene sonra da olsa, bir gün Borçka'da kalıcı olacağım, buna inanmak bana çok iyi geliyor.

- Hayatın özünü az çok kavrayan bir insanın varacağı sonuç ölüm olacaktır zannımca. Hayatın "sonucu" ölümdür. Bugün 10 yıl sonran için yatırım yaparsın, yarın damperi açık unutmuş bir gerizekalı yüzünden çöken üst geçitte kalır ölürsün. Bir gün önce yarın böyle öleceğini söyleseler inanmazsın. Bu böyle. Telefonun-kimliğin falan üzerinden çıkarsa ailene haber verirler, arkadaşlarının bir kısmı tesadüfen öğrenir öldüğünü, bir kısmı uzun süre haber almayıp sana küser ortadan kayboldun diye. Öyle bir şey bu. Ama herkes gözünü kapatmakla meşgul. Yoruluyorum ben kardeş. Vallahi bak. Ölümü az çok anlayan bir insan uzun vadeli planlar yapmaktan kaçınır. Kaçınmıyorlar. O yüzden Melerence Hanım gidiyor, tahammül seviyesi yerlerde kendisinin ki, Osho yaşasa sevinirdi bu duruma. Bu yüzden Melerence Hanım da seviniyor. Saçmalıklara tahammül seviyesi düştükçe, cesaret artıyor. Cesaret arttıkça, daha güzel yaşıyorsun. Ne yazmıştı Melerence Hanım Trabzon'dayken: Cesaret ettiğin kadar "var"sın, cesaret ettikçe yaşarsın.

Bencesi işin, "farkında" insan tahammül etmez. Çünkü bir dakika sonrasının aslında o anda var olmadığını bilir. Ben o raddeye varamadım daha ama çalışıyoruz bakalım. Hayat tosladıkça o tahammül aşağılara düşüyor, düştükçe seviniyorum. Demek ki deli cesareti gerektiren işlere yaklaşıyor bu Hanım. Pek tatlı.

- Bir de, herkesin bildiği - kimsenin söylemediği, aynı zamanda o şeyi herkesin bildiğini herkesin farkında olduğu ortamlara da tahammül edemiyorum. Rolün allahı yani. Sadece işi olduğunda yazan-arayan insanlara da tahammül edemiyorum sonra. Vallahi söylüyorum artık ben "Hayırdır canım sen?" diye. Belki böyle daha çabuk küserler, hoş olur. :* Konuşmak istemediğim insanlarla konuşmuyorum sonra. Çünkü kimseye, hele ki bir diğer insanoğluna, hele ki kendi dangozluğunu yüzünden katlanma yanlışına düşmek acemice bir hata. Mavi ve ponçito bir hatalar yumağıyken, kalkıp 'hata yapmayı' eleştirmeyeceğim ama, o kadar da olmasa iyi olur hani. 

- Kimseye, hiçbir şeye, hiçbir hisse, hiçbir akıma, hiç ve hiçbir şeye ait değilim. Kimseye hesap vermek zorunda değilim. "Zorunda" olmaya tahammülüm çok ve çok az. Aslında hiçbir şey yapmaya "zorunda" değiliz hayatta, sonuçlarını kabul ediyorsak şayet. Göze aldığın kadarsın işte.

- Aldığımız bazı kararların "canımızı yakıyor" olması, onların "yanlış kararlar" olduğuna delalet etmez. Ağlamayı bırakıp ayağa kalkmalı, herkes içinde onun için en iyisini bilir, cesaret edenler ise uygular. Yol yine aynı yere çıktı bak; göze aldığımız kadarız. Bizim millet dramaya bayılıyor! Ağlayıp zırlamak ruhlarını besliyor paso. Sonra bir bakmışsın hayat geçmiş. Çat! Kalk bir Allah aşkına, bak bir kendine dışarıdan, neredesin - nereye gidiyorsun? Arada bir bakmalı.

- Sarılmak güzel bir şey. Bazen bazı insanlarla konuşmak istemezsiniz mesela, 'konuşacaksan gelme' dersiniz. Lakin aynı insana 'sarılacaksak gel' diyebilirsiniz. Sarılmanın farklı bir anlamı var insanlık lügatında. Bir mutluluk hormonu bir şey de sağlıyordu zaten. Lakin, insan yalnız olmaya antrenmanlı olmalı. En nihayetinde, istisnasız herkes bir tutam yalnız, tartışmasız.

İşin özü, tahammül etmemeli. Saçmalıklara katlanmamalı. Yarın ölecekmiş gibi yaşamalı, zira aksini gösteren bir kanıt yok. Dramadan uzak durmalı, baş yukarıda koşmalı mutlu olunan yere. Kimseden bir şey beklememeli, kimseye sizden bir şey bekletmemeli. Korkmamalı. Ruh özgür olmalı. Hiçbir şeye takılıp kalmamalı. 

Şefkat ve cesaret ile yaşamalı!

Bir de, gitmeli.

*



Yorumlar

Popüler Yayınlar