Almanya, Duisburg İzlenimlerim

Baharda, Almanya'nın Hollanda'ya en yakın bölgelerinden biri olan Duisburg şehrine gittik. O kadar kısa sürede vardık ki "başka bir ülkeye", o zamanda normalde İstanbul'dan çıkmak ancak mümkün olurdu sanırım. Fakat Hollanda'ya bu kadar yakın olmasına rağmen, bambaşka bir dünya ile karşılaştık bu şehirde.

Öncelikle ben bir tane Alman görmedim sokakta. Adeta Türkiye olmuş bu şehir; Türkçe isimli marketler, dönerciler, mobilyacılar... Her yandan Türkçe diyaloglar duyuluyor, evler, yapılar çok eski ve bir Hitler Dönemi havası var tüm sokaklarda. Eksi taş binalar rutubetten renk değiştirmiş, hava kapalı, insanlar mutsuz görünüyor. Açıkçası ben bir yandan Duisburg'da kendimi çok "güvensiz" hissettim. Fakat çarşıya vardığımızda, daha ferah bir sokak ve yol üzerinde akordeon çalan adam, biraz olsun mutluluk saldı içime.

Hollanda'dan Almanya'ya geçerken, AB ülkelerinde olduğu gibi, yine bir pasaport kontrolü vesaire bulunmuyor; öylece geçiyorsunuz. Daha önce dediğimiz gibi; adeta Avrupa büyük bir ülke, ülkeleri şehir.



Malum, Almanya'da çok Türk var vesaire, hepimizin bildiği şeyler. Fakat yakından görmek başka oluyormuş.



Almanya'da da Hollanda'da da, dönerler, börekler, poğaçalar, hepsini farklı yapıyorlar ve Türkiye'dekiler kesinlikle daha lezzetli. Yine de yemeğimizi bir dönercide yemek, biraz olsun hasret gidermemize yardımcı oldu. 

Bu arada, 4ever ayran!


Şehir özellikle Hollanda'ya göre çok daha dağınık ve eski. Bu nedenle masal diyarından çıkıp, biraz daha "İstanbul'a geldik." havası vardı.


Baharın güzel renkleri şehri güzelleştiriyor gözümüzde. Bu şahane rengin karşısında bir ikinci el pazarı kurulmuştu; dondurmacılar, elbette bir dönerci, turşucu, karnaval havasında bir pazar; bir insan diğerine benzemiyor.


Ardından merkeze, çarşıya geçtik. Sokakları akordeon sesi dolduruyor, ki çok zayıf noktam. :) Bu arada şehir terkedilmiş gibi ıssız, saatler ilerledikçe insanlar artıyor. Hafta sonu olduğu için zaten, açık mağaza-kafe bulmak zor. Çokonat çokonat diye diye bir kafeye girdik ki, "water" dedim, onun bile İngilizce'sini bilmiyorlar. Yine Hollanda'ya kıyasla İngilizce bilen insan çok az, elbette daha turistik şehirlerde durum değişebilir.


Çimlerde kendi kendine garip bir dans eden genç arkadaş ise yüzümüzü güldürdü. Müziği sadece o duyuyordu ama, fazlası gereksiz zaten, değil mi? 

Duisburg ile ilgili sevdiğim şey, küçük ve kenarda köşede kalmış bir şehir olmasına rağmen dört bir yanında heykellerin, sanat kokusunun olmasıydı. 


Duisburg'u iyi ki gördük; fakat sınırdan geçince yolların bile farkettiği Hollanda'ya girdiğimizde, garip bir güven kapladı içimi. Ve bu macera da böyle sona ermiş oldu...


*


Yorumlar

Popüler Yayınlar