100 Mutlu Gün #Gün30

Bir ay önce Hollanda'da başladım 100 Mutlu Gün'e... Bugün 30 oldu.

Gün 30 : Yaz.

İlkokulda pek yakışıklı, az gülen bir Türkçe öğretmenimiz vardı. "Asalet" kelimesinin bedene bürünmüş haliydi, iyi de adamdı. 

Bir defa, hikaye yazmamızı istedi bizden. Anlayamıyordum etrafımdakiler neden bu kadar zorlanıyordu yazarken, bir "yazma ödevi" olduğunda başvurulan ilk adres olurdum. Bilmiyorum şimdi, ben de mi bir şey vardı, onlarda mı o şey yoktu; öyle olurdu işte. Velhasıl, İzmir'de bulduğumuz bebecik bir kedi yavrusunun çamaşır sepeti içine serdiğim yumuşak kumaşın üzerinde ölüşünü, mahallenin çocukları ile onu gömüşümüzü, yattığı kumaşı mezarın etrafına sarışımızı ve o dönem o bölgede çok olan "çingene" sıfatlı kardeşlerden biri o kumaşı alırsa ona lanet edeceğimizi nasıl büyük bir ciddiyet ile tartıştığımızı yazmıştım. Hikayenin adı "İlk Lanetim" idi. Çünkü bir zaman sonra mezara bakmaya gittiğimde, kumaşın orada olmadığını görüp "Lanet olsun..." demiştim. Aslında dememiştim, sadece üzülmüştüm; fakat hikayeye bir başlık lazımdı, o yüzden demişim gibi yazmıştım. Şu an ne kadar komik olduğumu anlıyorum; fakat öğretmen hafif bir sırıtma ile etkilendiğini göstermişti. İşin özü, yazarken ellerimden kayıveriyor sözcükler. Çoğu zaman "içeriden" anlayamıyorum saçmalıyor muyum, hani ilk lanet misali. Fakat umrumda olan, hissettiğim tek şey yazmanın dünyaya gönderilirken kişiliğime, ellerime, yüreğime eklenen bir "malzeme" olduğu.

Birkaç gündür, kendimi bildim bileli sorguladığım bir şeyin üzerine çok gider oldum. Bunda okuduğum kitabın etkisi büyük, yaramı deşiyor, ben bakmadıkça o tarafa, tutuyor çenemi, çeviriyor zorla. Bir çeşit sıkıntı bıraktı içime bu durum; yalnız bir güvercinin gurlaması gibi sesli sesli söylenir buldum kendimi: "Yazmam lazım... Yazmam lazım..." 

Hayatımdaki (şayet farkındaysam) önemli anlardan önce, mutluluk anlarımdan, iş görüşmelerinden önce, küçük de olsa bir kağıt, olmadı peçete bulup ne hissettiğimi yazarım. Bazen bir ben anlayayım diye Yunanca da yazarım; fakat Türkçe'nin o "tanıdık hissi" daha güzel ifade ediyor zihnimi.

Eskiden insanların boktan doğasına dair yazardım ama, bıraktım artık onu. Zorba'nın dediği gibi, "İnsan canavar be patron!..." demeye başladı artık zihnim; uğraşmayı, anlatmayı bıraktım. Benim de var canavar yanlarım, olmaz mı... Fakat en azından insanlara gülümsemeye, günaydın, iyi akşamlar demeye gayret ederim. Öyle bedenler tanıyorum ki günden güne, üzülüyorum ben bu insanoğluna be arkadaş. Çok üzülüyorum.

Varsa şöyle Osho'nun bahsettiği meşhur çarpışmalar sağ çıktığın bir sevdiğin; bir o lazım sana, bir de deniz. Varsa, limon, portakal ağacı kokusu da iyi olur... Bir de ateş yakmaya birkaç paçavra. Mavi bir şeyler. 

Baktım şu fotoğraflara; zaman dursun diye ciddi ciddi dualar ettiğim, mutluluktan ölme değil, adeta "geberme" noktasına geldiğim, "Tamam, artık daha fazlasında gözüm yok hayatta, buracıkta ölsem sevinçtir bana, gururdur!" dediğim tüm anlar, tüm yerler Yunanistan'da gerçekleşmiş. Sol üstte Liana'nın doğum günüydü, taptaze ayçiçekleri almıştık bir sefer. Sol altta henüz inmiştim otobüsten, Selanik havasını koklar, şükrederken. Sağ üstte Halkidiki'ye gitmiş, ağaçtan buram buram aşk kokan zeytin dalını koparmış, saçlarıma takmıştım. Sağ altta ise Selanik Sahili'nde deniz kabuklarının arasında mutluluktan komaya girmek üzere idim. Mesaj mıdır bunlar? Apaçık!

Ne yapıp edip, Ege'ye göçmeli bu Melis kuşu... Gidip orada yazadurmalı hayatının aşk dolu anlarını, nefes alışlarını.

*



Yorumlar

  1. Sekiz yaşımdan beri yani tam 24 yıldır günlük adı altında bende bir şeyler yazıyorum.
    Eskiden sütümü içerek rahmetlik Babacığıma "bana şunu yazmak istiyorum olur mu?" Ve o hep beni okşayan, güven veren, kulağımda adeta vahiy'leşen sozcuklerle "aslanım istediğini yazabilirsin" diyerek karşılık vererdi!
    Sonraları sorusuz sualsiz hep yazmak istediklerini yazmaya başladım, Güney Azerbaycanlı olmam nedeniyle türkceni hep eski yazi ile yazdım günlüğümde, eskisen o yazı tipini sevmezdim ama 18 yaşımda Türkiye'ye yerleşimce eski yazıyı pek sevmeye başladım çünkü meraklı eller günlüğümü deşince okuma kabiliyetlerini elden veriyorlardı :) okumak için hafiften tarih Profu veya edebiyat hocası olması gerekiyordu :)

    Istanbulda yazdığım bütün güncelerimde yaz'in bir kadeh şarap, kışın bir kadeh konyak hep bana eşlik etmiştir. Mum ışığında dolma kalemle yazıyordum...
    Ara sıra acaba saçmalıyormuyum sorusuyla cebelleşiyordum!?
    Ta ki 5 sene önceye kadar...
    Okuldan eski bir hocam aracılığı sayesinde tanıştığım İlber ortaylı hoca akşam yemeğine bize teşrif buyurmuştu, günlük konusu açılınca "hadi biri 10 yaşından, biri 17 yaşından ve biri son yıllardan olmak üzere 3 defter getir okuyalım" dedi!
    Ilk önce kararsızdim ama sonra ikna oldum! Hoca eski yazıyı görünce şaştı, yazılar günümüz Türkçesile yazıldığını fark edince aferin sana dedi, 2 saat sessiz okunuşunun sonunda çok duygu doludur, bunları bire bir yaşadın mı? Sorunca; evet hocam, en azından olaylar bende oyle tecelli etti diyebilmiştim.

    O gece hocam günlükler sayesinde bana kıyak geçti ve sabahın ilk saatlerine kadar "insan hayatı ve olayların insandaki tecellisini" konuştuk. Çok zevk almıştım.
    Bir ay sonra hocamın daveti üzerine akşam yemeğine gitmiştim, gecenin sonunda bana bir hediye verdi, nedir acaba dedim ve hemen açtım :)) 1915 yapımı mükemmel bir dolma kalem bulu verdim parmaklarımın ucunda! Çılgınlar gibi bir çığlık attım, parayla bulunması imkansız bir hediye almıştım, yanında bir not vardı "ışıklar kapanıp mum ışığı odanı aydınlatınca, saçmalık olmasından şüphelendiklerin satırları lutfen hep bu kalemle yaz"
    O gece evime mutluluk At'ina binerek geri donmuştum, derin bir uykuya dalmış ve huzurlu bir sabaha gözlerimi açmıştım.


    Yazmak kadar güzel bir eylem daha bulunmadı, hele süslemeden ve abartmadan kendin için yaşadıklarını yazınca yıllar sonra her bir satır bir ayet oluveriyor.
    Insanoğlu unutmakla ünlüdür, acı tatlı ne varsa "Dünü kayıt altına almak gerek"!

    Bir çok anıyı hatırlatarak tekrar yaşattiğiniz için teşekkür ederim.
    Saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Guzel yorumunuz için teşekkür ederim. Şahane. :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar