Sakız Adası: Nereye gitsem "evim" gibi hissediyorum.

Nereye gitsem 'evim' gibi hissediyorum, ve bu beni korkutuyor.

Birkaç gün önce Çeşme'nin tam karşısına düşen Xios, Chios veya bildiğimiz ismiyle Sakız Adası'ndaydım. Elbette pek güzel fotoğraflarla donatılmış masmavi bir yazı gelecek bunun için ama, biraz yazıp rahatlamak istedim o zamana dek.




Çok garip şey. Aidiyet duygum zayıf. Belki çocukluğumdan beri gittiğim 'köyüm' diyebileceğim bir yer tam olarak olmadığından, belki 5 senede 3 okul ve 3 şehir değiştirerek büyümüş olduğumdan. Bazen bu aidiyet hissinden yoksun olma durumu bana çok iyi geliyor; lakin bazen insan bir şeylere ait olmayı da arzuluyor. Azıcık elektriğimin tuttuğu, isteyerek gittiğim yerlere genelde çok kolay alışıp "evim" gibi, "oralıymışım" gibi hissetmeye başlıyorum. Hoşuma gidiyor bu tatlı his. İhtiyaç duyuyorum, mutlu oluyorum, iyi geliyor ruhuma işte. 




Xios'ta da öyle oldu. 

Adaya yaklaştıkça anlamsız biçimde dolan gözlerim, ilk defa gittiğim halde ayağımı bastığım anda hissettiğim "İşte geri geldim!" duygusu, sokaklarda yürürken içimde hissettiğim garip aidiyet hissi... Konuşurken elimi bırakmayan Maria Teyze sanki üst kat komşummuş, dünya güzeli torunu minik Yorgo sanki kardeşimin oğluymuş; otel bulmama yardım eden mavi gözlü genç garson eski bir arkadaşımın dostuymuş gibi hep. Eh, ruhum olayları böyle algılayınca elbette "gitmek" de olması gerekenden daha ağır hale geliyor.


Sonrası zaten ufak çaplı bir depresyon. Ada'da herkes o kadar mutlu ki; sanki her konuştuğum insanla birbirimizi öyle sevdik ki, her ayrıldığım insan öyle üzüldü ki, o kadar mutluyduk ki birbirimize sahip olduğumuz anlar için. Tüm bunları bırakıp "İstanbul'a" dönmek kadar gerizekalıca bir şey yok. 

Sakız ağaçlarının yapraklarını koklamaktan başımın döndüğü Patrika Köyü'nü ne çabuk "köyüm" gibi hissettim oysa. Şimdi geri dönünce, aptal bir sızı kaldı içimde, köyümü bırakıp gurbetteki keyifsiz hayatıma geri dönmüşüm gibi. Bolca Fransızın ev satın aldığı dar, taş sokaklı köy evlerinin arasında gezerken ne çok hissettim köşeden dönünce tanıdık birine selam vereceğimi. Ne çok hikaye dinledim İzmir'den göçen dedelere dair, ne çok acı hissettim 1949 Xios Depremi'nin anılarını dinlerken. Agia Markella'nın mucizelerini gözü dolu anlatan yaşlı teyzenin ellerini daha da sıkı tuttum, benim de gözlerim doldu, dinledim, sorular sordum. "Benim insanım" oluverdiler birden; "onların insanı" oluverdim turistik olmayan saklı bir Sakız köyünde. Ne duvarsız insanlardı hepsi de, ne çabuk - ne büyük istekle aralarına kattılar beni. Herkes yardım etmeye, daha güzel vakit geçirtmeye çalıştı, Patrika Köyü'ndeki boncuk gözlü Maria Teyze illa bizde kal diye tutturdukça nasıl mutlu ve mahçup oldum. Önceleri korsanların pek sık dadandığı bu köylerdeki korsan gözetleme kulelerini izlerken nasıl heyecanlandım, köyün kilisesini cebinden çıkardığı anahtarla açan gence nasıl teşekkür ettim... Akşam kendimce bir yarışma yaptığım ve çalan tüm şarkıları bilmemle kazandığım taverna akşamında, geleneksel Sakız Adası "Xiotika" dansını öğretmeye çalışan çocuklara ne çok güldüm; yanıma gelip gül satmaya çalışan bozuk Türkçeli minik kıza ne sıkı sarıldım. "Oyna" dedikçe, "Utanıyorum" dedim. "Utanma kalk" dedikçe nasıl güldüm, nasıl öptüm miniği. 

Bankaya girdiğimde bir an duraksayınca arkamdan gelen teyzenin "Haydi önce sen sıra fişi al, sen benden önce geldin." diye sırtımı sıvazlayışı, tüm sohbetin sonunda "Atinalı mısınız?" diye soran adama Türk olduğumu söylediğimde yüzünde beliren şaşkınlık ve sevinç, sırf futbol takımı AEK'in memleketinden geliyorum diye müze girişi için benden para almayı reddeden görevli, İstanbul'a gönderilen selamlar, utanarak sorulan "Nasıl yani Türk müsün şimdi? Annen baban da mı Türk mesela? Yunanca'yı nasıl öğrendin?" soruları ve ardından gelen pek keyifli sohbetler, ortak noktalar, içten gülümseyişler, sıcacık yüz ifadeleri, Ada'nın mucizeleri ve azizlerini anlatan canım Patrikalı köylüler...

Var olduğun yerin içine sinmemesi çok zor şey işin özü. Ben bu aralar ruhuma kadar Sakızlı oldum. Daha doğrusu Sakızlılar beni Sakızlı yaptı... Bu aralar Agios İsidoros'u aklımdan çıkaramadım, arkamda bıraktıklarımda biraz daha yarım kaldım. Nereye gitsem evim gibi hissediyorum, ve bu beni korkutuyor... Canım Sakız'da kaldı, ben geldim.

*


Yorumlar

  1. Aynı şeyleri çoğu zaman kendi kendime soruyorum. Belki bu yüzden yazıda hem kendimi gördüm, cevapları bulmaya çalıştım. Geçenlerde yazdığım bir yazı aynı cümleler etrafında dönüp dolaşıyordu. Ev deyince sadece mis kokulu yatağımı ve çarşaflarımı özlediğim doğru. Hani onları yanıma alsam eve hiç dönmeyebilirim. Ağır adımların atıldığı, güneşin batmak için acelesi olmadığı ve vaktimi batan ve doğan güneşlere emanet ettiğim yerlerin hepsi memleketim.
    :)
    Yurda hoşgeldin...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba ben de στιν Αττελια.
      Derler ki herhangibir yunan ile ilgil seyle ilgili olursan sen de yunan olurmussun...
      Ne diyelim ki και εγω ...
      Takdirle sevgiler dilerim.

      Sil
  2. Evet sakız'ın böyle bir büyüsü var. Anlattıklarınızın bir kısmını yaşayan diğerlerinide yaşamak için hayaller kuran biri olarak çok keyifle okudum :) bu sakız'ın büyüsü. başka yerlerde bu aidiyet duygusu bu kadar şiddetli olmadı kendi açımdan :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar