Bir Sakız Adası Masalı

İlkokula İzmir’de başladım. Benim için her zaman özel bir şehir oldu burası; babaannem İzmirli, çocukluğumun belki en güzel yılları Evka 2’de geçti. Mahallede büyümek nedir burada öğrendim, aklımda ufak film kareleri olarak kalan en güzel çocukluk anılarımı burada edindim.

O dönem Çeşme ‘şimdiki gibi’ değildi, gerçekten çok güzeldi. Çok daha sakin, daha hakiki bir yerdi. Halam yaz-kış Çeşme’de yaşar, çarşının girişinde bir dükkan işletirdi o dönem. Hemen her hafta sonu onun yanına gider, kuzenlerimle Dalyanköy’ün en saf hallerinde yaşardık çocukluğumuzu. İşte tam o zamanlar, Çeşme Sahili’nden karşıda parıldayan ışıklara bakardım. Şimdi düşünüyorum da 8-10 yaşında bile ‘düşünceli’ bir tipmişim demek ki, kulağımda Yunanca konuşan radyo kanalı, karşı kıyıya bakıp evleri, içinde yaşayanları hayal ederdim. O zamandan beri içimdeydi buranın ‘hem çok yakın, hem çok uzak’ olduğu fikri… İşte o karşı kıyı, Sakız Adası’ydı.


Bu yazıyı aşağıdaki geleneksel Sakız Adası şarkısı ile okumanız tavsiyesiyle...



Sakız Adası’nın Yunanca ismi “Xios”. Yunanca’da X’ler “h” olarak okunduğu için, “Hios” derler yani adaya. İngilizce’ye Chios diye çevrilir, yine Hios okunur. Malum, Sakız Adası denmesinin sebebi, damla sakızının ana vatanı olması. Hatta neredeyse tek vatanı, zira Sakız Adası kadar yoğun başka bir yerde yetişmiyor sakız ağaçları. Ada’nın geçim kaynağı ve ünü de büyük ölçüde buradan kaynaklanıyor; Yunanlara “Xios için ne biliyorsun?” deseniz, hemen hepsi size sadece “mastixa” der, yani damla sakızı. Bu kelime de ‘mastiha’ olarak okunur, bazı Türklerin dediği üzere ‘mastika’ değil yani. :)

Derken gün oldu, o küçük kızcağız aldı çantasını, geçti karşı kıyıya. Uzaktan uzağa evlerin beyazlığı seçilecek kadar yakın bu kıyı, içten içe ona “Yunanistan” gibi gelmiyordu bir türlü. Ne kadar farklı olabilirdi ki? Şurada 40 dakikaya varacaktı karşıya altı üstü. Lakin hiç tahmin ettiği gibi olmadı, kendini bambaşka bir dünyanın içinde buldu zira… Ömrünün en masalsı günlerini, en film olacak insanlarını ve anlarını tanıdı burada.



Bu yazıda size gerçek bir Sakız Adası masalı anlatmak istiyorum. Yani klasik bir gezi yazısı olmayacak bu. Ada'da olduğum sürece adalılarla vakit geçirdim, sohbet ettim, köylere çıktım. Bu yüzden ada için 'daha yerli' bilgiler edinmek ve bu damla sakızı kokulu masala konuk olmak için alt satırlara gitmeniz yeterli... Elbette mavi-yeşil,huzur akan fotoğraflar ile.

*


Gidiş dönüş 25 Euro’luk biletimi Çeşme Limanı’ndan alıyorum sabah. Çeşme-Sakız hattında en ünlü tur şirketi Ertürk; orada sıra çok diye Turyol’a yöneliyorum. Hiçbir farkı yok aslında, gayet memnun gidip geldim. Bilet var mıdır yok mudur diye korktum ama bir sorun yaşamadım. Kış aylarında 2-3 gün oluyormuş gidiş genelde, yazın ise hemen her gün varmış. Web sitelerinden ayrıntılı bilgi almak mümkün.



Pasaport kontrolünden sonra masmavi bir dünyaya çıkıyorum. Karşısı Xios. Şaka gibi değil mi? O kadar yakın, o kadar uzak... Saat bir an önce geçsin de varayım istiyorum sadece.


Ve en sonunda hareket ediyoruz. Çeşme'nin meşhur pervaneleri git gide uzaklaşıyor, akıl almaz bir heyecan içindeyim.







Sabah 09:00’da başladığım yolculuk ile Ege’nin lacivert suları üzerinde gözlerim dola dola, rüzgardan ağzım yüzüm dağıla dağıla, ölümcül bir huzur içerisinde varıyorum karşı kıyıya.  Sayın kaptan kişisi ile sohbet etmiştik biraz, inmeden az önce “Hızlı katamaran önümüze geçti (Çeşme’den adaya 20 dakikada varabilen bir cisim), çok sıra olacak, tekneden önce inmeye bak.” diyor. Hemen geçiyorum geminin burnuna doğru. 


Uça uça giderken sıçrayan dalgalar saliselik gökkuşakları yaratıyor deniz üzerinde. Artık Ada’nın evlerini seçebilecek kadar yakınım.








İniyorum büyük bir heyecanla, Kaptan'ın dediği gibi deli bir sıra var. Türk telefonları bu kıyıda hala çekiyor. Önce annemi sonra Koukhs'i arıyorum, böylece Yunanca konuşmuş bulunup telefonu kapatıyorum. Önümde bunu duyan İzmirli hanım "Ne güzel Ellinika (Yunanca) konuşuyorsun! Tam aksanı tutturmuşsun!" diye sıra bitene kadar bana tüm sülalesini, Yunanistan'a yaptığı gezileri ve gelecek planlarını anlatıyor. Bu arada öyle böyle sıra biraz daha geçiyor.



Beklemiyordum sıranın bu kadarını ama yine fena akmıyor, sabredeceğiz ne yapalım. Güneş de fena bastırmaya başladı, kapıya baya yanaştım derken, her şey duruyor! Az sonra haber geliyor içeriden, sistem çökmüş. 



Burayı hızlı geçeyim; yazması kolay ama beklemesi zordu. Yaklaşık 3 saat sonra çıkabiliyorum limandan. Ağlayan çocuklar mı dersiniz, alkış ve ıslık ile çöken sistemi protesto eden halk mı, Ricky Martin havasında hafif panik olmuş ama cool’luğunu elden bırakmayan, Yunan aksanını bastıra bastıra İngilizce konuşan Yunan polisleri mi, sıra kavgası edenler mi… Sakız’ın yerel kanalı gelip çekti gittikçe uzayan sırayı diyeyim, siz anlayın. 

A bu arada söylemeden geçemem, bu zor bekleme anlarında Yunan personel müthiş özenli davrandı herkese. Bir hamile kızcağız vardı, onu içeri alıp oturacak yer, yiyecek - içecek vermişler kadın hiç istemeden. Çıkışta da herkese ücretsiz su dağıtıyorlardı, takdir ettim.

Neyse efendim, çıktım en sonunda. Planım akşam vapuru ile dönmekti ama zaten öğlen olmuştu ben çıktığımda. Ağız tadıyla mutlu olamadan bir oraya bir buraya gezindim durdum. Tamam dedim sonra, biraz akıllı düşünelim. Bir yere oturayım, bir şey yiyeyim ve keyfini çıkarayım şu an sahip olduğum her şeyin. 


44 Bar & Café isminde, limandaki güzel bir yere oturup meşhur Xios birası ile pancake aldım sonra. Bence gelmişken mutlaka Fresh Chios Beer'dan için, ama ben çok da bayılmadım. :) Biraz sönükçe, gazsız mı desem, köpüksüz mü desem, öyle bir tat bıraktı bende. Ama mutlaka deneyin yine, hoş bir aroması ve yerel, güzel bir enerjisi var. 





Ada’da öyle farklı bir ruh ve mutluluk var ki, hızlıca huzur geri geldi damarlarımdan doğru… Nefesi bile mutlulukla çekiyorum içime, bu defa taa karşıda Çeşme’nin rüzgar pervanelerini görüyorum. Bu defa diğer taraftan karşıya bakıyorum. O küçük Melis’in yanına zamanda yolculuk yapabilseydim, gülümseyim muzurca göz kırpardım. O anlardı. :)

Oturdum bir nefes aldım ama yok, bu böyle olmayacak. Gün bitecek ve gitmek istediğim yerleri göremeyeceğim. Üstelik Ada’yı akşam olurken hayal ettikçe içim acıyor gideceğim için. Karar veriyorum, ben bu gece buradayım! Hemen Turyol’u arayıp biletimi diğer akşama aldırıyorum, kibar bir kızcağız yardımcı oluyor bana hızlıca. Şimdi geldi otel bulmaya; bayram vakti Türkiye’den akın olduğu için merkezde otel bulmak zor olacak. Deniz renginde gözleri olan genç bir garson çocuk var, yardım istiyorum, çiçek gibi ilgileniyor. Hemen bir yer ayarlıyoruz, merkeze de birkaç adım. Bu iş de tamam, şimdi masalı yaşama vakti.

Sakız’da klasiktir, Mesta ve Pirgi köylerini duyarsınız. Tüm rehberler oraya götürür, güzel de köylerdir. Ama ben bu yazıda biraz her yerde görmeyeceğiniz şeylerden bahsetmek istiyorum. Sakız Adası’nın yerlilerinden aldığım yardımla motor üstünde Patrika Köyü’ne çıkıyorum. Dünya’nın en güzel manzaraları arasında, daracık sokaklarıyla taş evlerden oluşan bir köy burası. Burada çok fazla fotoğraf çekmedim. Garip bir ruh halindeydim, sadece yaşamak istedim. Etrafta sakız ağaçları zeytin ağaçlarına karışmış, uçurum gibi uçsuz bucaksız ufuğa yayılmış bir mavi şöleni, inanılmaz saatler. Bazen istemsiz olarak, böylesi anlarda içimden “Tamam Allah’ım, şu an ölsem inan hiçbir şey içimde kalmaz hayata dair.” diyorum. Öyle bir aidiyet, öyle bir teslimiyet.


Sonra damla sakızı ağaçlarını gördüm uzaktan. En çok merak ettiğim yapraklarının kokup kokmadığı. Hemen kavrıyorum bir dalı, ovuşturup kokluyorum. "Mis gibi" kokmak ne demek, odur işte. İnanılmaz güzel, yoğun, hakiki damla sakızı kokusu var yapraklarda. Biraz aşağıda sebebini daha iyi anlatacağım ama, sakız gerçekten adeta kutsal bir ağaç.


Köydeki insanlardan öğrendim ki, sakız toplamaya Ağustos gibi başlarlarmış. Hava iyice ısınsın ve ağacın içindeki damla sakızı iyice erisin diye... Ağaca çizikler atılır ve bir süre sakızın akması beklenirmiş. Ağaçların altında ise toplamayı kolaylaştıran fırınlanmış beyaz toprak var. Bana ağaçları anlatan güzel bakışlı bir genç, kuru görünen sakızların geçen yılın mahsülü - taze akanların bu yıldan olduğunu anlatıyor. Ağzım açık, gözüm dolmuş dinliyorum. Nasıl bir koku bu böyle, neler doğuruyor doğa...




Sakız ağacını damla sakızı almak için çizerken öldürmemeye çok dikkat etmek lazımmış. Bunun için en az 5 yaşında olması gerekirmiş.



Ada'nın "Aziz İsidoros Efsanesi"

Sakız'ın en önemli efsanelerinden biri, adanın denizci olan azizi Ag. İsidoros'a ait. Şöyle ki, Hristiyan olmanın suç olduğu dönemlerde İsidoros inancından vazgeçmez ve çeşitli işkencelere maruz kalır, ardından öldürülür. Çektiği tüm bu işkenceye tanık olan ağaçlar ise ağlar ve ağaçların gözyaşları damla sakızına dönüşür. Bu yüzden bugün bile damla sakızına "gözyaşı" derler. Bu hikaye çok hoşuma gidiyor, sayısız yararıyla ünlü damla sakızına bir ayrı bakıyor gözlerim artık. Agios İsidoros'un gözyaşlarına dokunuyorum, bu köyden bir genç ağaçtan bir top sakız koparıp atıyor ağzına... Ne güzel şey buralı olmak!


Sakız'ın Patrika Köyü

Patrika Köyü’ne gelirsek… Devlet Patrika Köyü’ne farklı yapı yapılmaması için kanun çıkarmış. Köyde çok fazla Fransız var, ev almışlar buradan. Yıkıntı eski taş evler eskisine göre tekrar yapılıyor. Bunun yanında, eski zamanlarda bu alanlara çok fazla korsan dadandığı için, ta ileride gözetlemeleri görünüyor. Korsan gemilerini gören kuleler dumanla veya kilisenin çanlarını çaldırarak köy halkına haber edermiş. Bu yüzden buradaki evler “kaçmaya ve saklanmaya” yönelik bir mimariye sahip. Bu ne demek; mesela çatıları merdiven gibi birinden birine atlamaya müsait yapılmış. Atlaya atlaya gidebiliyorsunuz yani çatılardan. Ayrıca neredeyse her hanenin bir kapısı aynı avluya çıkıyor, başım döndü gezdikçe, anlayamadım bir türlü ‘yine buraya nasıl geldik biz’ diye. Köyün kilisesi birinin malı oluyormuş genelde ama kiliseye bağışlıyormuş hani. O yüzden anahtarı hanenin sahibinde duruyor. Koyu yeşil gözlü, gür kirpikli Patrika yerlisi Dimitris’ten rica ediyorum, cebinden çıkarıyor kilisenin anahtarını, açıyor kapıyı. Ufak, mis kokulu, taştan bir köy kilisesi… Bu anlarda çıkarıp fotoğraf çekme fikri karnımı ağrıtıyor, yaşıyorum sadece… Hayatımın en güzel, en film gibi anlarını yaşıyorum galiba. 

Bir an köyün sokaklarını adımlarken, solumda bir limon ağacı görüyorum. Sakız Adası'nın, Ege'nin en güzel yerlerinden birinde yetişmiş, sapsarı limonlarla dolu bir ada ağacı. Lakin limonlar pek toplanmamış, olgunlaşıp yerlere düşmüş çoğu, öyle de bol. "Neden toplamıyorsunuz, deli misiniz?" diyorum. :)) Cevap tam bir Allah'ım al beni İstanbullar'dan tadında: "O kadar bol ki toplamaya yetişemiyorlar artık." Whaaat? Bana "Bak bu limon Xios'tan geldi." diye bir tane limon versen evde müze yapar saklarım, bunlar bol diye toplayamıyor. İşte sayır okur; 'hayat' vaaaar, 'hayat' var. Acil göç, çok acil.


Ve işte Patrika'nın mistik, dar, kendinizi bir film sahnesinde hissetmenize sebep olacak aşık olunası (-ki olmuştu) sokaklarından birkaç fotoğraf...


Buradan Sakız’ın meşhur sahili, siyah taşlarıyla ünlü Mavros Gialos’a gidiyorum. Buranın özelliği taşlarının siyah olması ve mükemmel bir manzara ile denize girebiliyor olmanız. Aşağıda bir de video var buraya dair.




Sakız'ın "Annesi" Agia Markella ve Efsanesi

Sakız adası için bilinmesi gereken en önemli isimlerden biri Aya Markela (Agia Markella). O 15. yüzyılda yaşamış bir azize; Sakız’da doğup ölüyor ve Ada’nın sahibi, kurucu azizesi sayılıyor. Aziz/e olmak için Hristiyanlık için gayret vermiş ve bu yolda çoğunlukla ölmüş olmanız gerekiyor diyebiliriz, eski zamanların bir çeşit dini - onurlandırma sıfatı kısacası. Tanıştığım kadınlardan 3’ünün ismi Markela idi, öyle diyeyim size. 


Maria Teyze, elerimi sıkı sıkı tutup gözlerimden yüzünü hiç ayırmadan anlattı Aya Markela’nın hikayesini. 


Sakız'ın Volissos Köyü'nden olan Aya Markella’nın annesi ve kendisi iyi birer Hristiyan iken, babası inançsızdır. Annesi ölünce Agia Markella inançsız ve kötü bir insan olan babasının eline kalır. Bir gün babası Markella’ya saldırır. Markella kaçar, bir ormana saklanır. Babası onu bulur ve deniz kıyısına yakın bir yerde elindeki okla kızı yaralar. Bu noktada denizin sığ bir kıyısında haç vardır ki, Markella’nın ilk yarayı nerede aldığını gösterir. 




Markella kalkar koşmaya devam eder ve ileride büyük bir kaya görür. Tanrı'ya yalvarır, bu kayanın ona yardım etmesini ister. Kaya açılır, Markella içine girer fakat başı kayaya sığmaz. Babası gelir, Markella’nın başını keser ve denize atar. İşte Agia Markella’nın isim günü olan her 22 Temmuz günü, tam bu noktada deniz suyunun bir kısmının kırmızı olduğu – yani Markella’nın kanının göründüğü söylenir; isim günü dışında da görenler olduğu pek bilinen bir şey adada. Hikaye bu, adalıların en sevdiği azize Agia Markella desek yeri. Bizzat Markella’nın ismiyle pek çok mucize yaşayan insanlar da anlattı; görülen rüyalar, haberci görüntüler, şifalar… Bu Sakız’ın kültürü için çok önemli bir isim kısacası.

Liman'da Greek Frape

Sakız'ın efsanelerle dolu zengin tarihinine az da olsa doyduktan sonra, akşam limanda bir frape içeyim diyorum. Genelde menülerde "Frappe" diye geçse de, Yunancası "O Frapes"tir, bu yüzden tek -p ile frape denir. Ayrıca, bilmeyenler için, frape (buzlu kahve diyebiliriz) Yunanistan'ın adeta kutsal içeceği. Güne bununla başlar, bununla bitirirler. Türk kahvesi gibi sipariş adabı vardır. Normalde suyla yapılır ama sütlü isterseniz, en son biraz süt eklenir içine. Tatlı-sütlü isterseniz "gliko me gala" diyerek sipariş edebilirsiniz. Çok iyi karıştırıldığı için kıvamı krema gibidir, köpüğü yoğun ve boldur. En önemlisi ise, Yunanistan'ın Starbucks'ı diyebileceğimiz Mikel'de içilir, ama hemen her mekanda bulunur. Burada Mikel'i görünce ben de burada oturayım diyorum; klasiktir, daha siz bir şey istemeden hemen kek ve soğuk suyunuz masaya gelir. Frape istiyorum, ama adada elektrikler kesik. Evet, her ay bir defa kesin olurmuş. Bekliyoruz, yarım saate geliyor, frape de geliyor hızlıca. Bu arada Sakız'da Aigaio (Ege) Üniversitesi'nin bir kampüsü olduğu için bolca öğrenci genç arkadaşlar çalışıyor mekanlarda, hepsinde de çok tatlı, mutlu bir enerji var.

Derken, Türkler adaya sık geldiği için çeviri eklenen broşürlerin garip Türkçesine gülüyor, frapemi yavaaaşça içiyorum. :) Ayrıca buraya tıklayarak frape kıvamını da videodan görebilirsiniz.



Ardından, gece parıl parıl parlayan adanın sahilinde nefes alıyorum bolca. Bu defa, yine bir yaz akşamında, bu taraftan Çeşme'nin ışıklarına bakıyorum.


Türk-Yunan Şarkılarıyla Taverna Akşamı

Sonrasında bir yemek yiyeyim diyorum ama, şöyle güzel buzuki de olsun. Bir mekana gidiyorum, ismi Paranga. Mekan aşağıdaki fotoğrafta görünen yer, diğer sabah önünden geçerken çekmiştim. Buranın repervatuvarı Türklere özel hazırlanmış. Gidilebilir çünkü genelde bildiğimiz veya Yunanca'da da olan ortak şarkılar ve keyifli bir ortam var. Bir sürü de Türk var. Lakin ben akşam boyunca adeta utandım. Türklerin olduğu masaların özetini "edepsizlik" olarak yapabilirim. Nasıl yüksek sesle gülmeler, bağrışmalar, şımarıklıklar. Bunu yazdıracak kadar çok. Gerçekten utandım. Profil klasik zaten; tabak kırdırmalar, heeer şarkıya kalkıp saçma sapan hareketlerle harmandalı oynamaya çalışan kadınlar vesaire. Biraz daha sakin lütfen.

Ama güzel şeyler de vardı tabii bolca. Misal mekanda (mekan sahiplerince de belli ki tanınan ve izin verilen) iki güzel çocuk gül ve parlak bilezikler satıyordu masalara. Lakin kız çocuğu aksanlı bir Türkçe konuşuyordu, müthiş güzel - esmer bir kız çocuğu. Önce Yunanca konuştuk, sonra Türkçe bir şeyler söyleyince ayrılmadı yanımdan. Arada beni çekiştirip "Haydi oyna!" diyor, ben devamlı "Yok, utanıyorum." diyorum. "Utanma haydi kalk!" diye elleriyle dans etme hareketleri yaparak beni gülmekten kırıp geçiriyor. Tüm hayallerini yaşasın o güzellik dilerim. Bana o akşam verdiği tüm güzel hisler için teşekkür ederim ona tekrar.


Sonra şahane bir uyku çekiyorum, güzel Sakız evleri arasında iki günlük evimin balkonunda nefes alıyorum sabah çok erken. 




Bu arada şu sağda gördüğünüz ablacığım beni hasta etti sabah sabah. Balkonlar birmiş, fark etmemiştim. Çıktım mutlu mutlu, güneşi kokladım biraz, saat sabah 8 civarı. Kalimera'laştık. Sen kimsin nereden geldin falan. Ablacığım Atinalıymış, ismi de Athina. Bir güzellik ürünleri satıyormuş, İstanbul'dan geldiğimi öğrenince bir yapıştı ki tabir-i caizse artık saçlarımı yolacaktım vallahi. :( Bir de ben kabalık etmeyeyim diye her zamanki salaklığıma devam ederek hayır demeyi bilemediğim için yedi beni orada valla. Zar zor kaçayım dedim, dışarıdan kapıyı açma sesimi duyup 40 yıllık dostuz gibi Yunan aksanıyla "Melliiiiğğss" diye bağırıp bir şeyler daha anlatması falan, tam gülsem mi ağlasam mı oldu.


Ama önümde taptaze bir gün var; Sakız'ın güzel sokaklarına çıkıyorum huzurla. Aşağıdaki fotoğraftaki duvarda der ki, "Ütopya bir şeylerin değişebileceğine değil, aynı kalabileceğine inanmandır."


Çeşme'den ne kadar uzaktayız sanki, neden burada evler bu kadar karakteristik ve güzelken bizim tarafta öyle değil, diye geçiyor içimden devamlı.


Geniş, ferah, güneşlli sokaklar... Mutlu insanlar... Cennet havası... Canım Xios...



Bir müzik markette asılı duran buzukiler...




Her halde ucuz fiyatlarını kasteden bir mağazanın camında, ekonomik krize gönderme yaparak "Zor günlerde de beraberiz." yazıyor.





Ruhumu güneşli, tarihi sokaklar ile bütünleştirdikten sonra bir döviz bürosu aramaya başlıyorum. Tam şurada o andan kısa süre önce bir video çekmiştim. Limandan biraz yukarı, ara sokaklara yürüyüp çarşıyı buluyorum. Birçok mağaza henüz kapalı, sabah vakti. Sakız'da parayı bankalar bozuyor. Fakat bazı bankalarda Türk lirası olmayabiliyor. Bu yüzden Yunan Ethniki Trapeza bankasından başka bir şubelerinde lira bulunduğunu öğrenip oraya doğru yürümeye başlıyorum. Bu esnada bankadaki teyzeler beni yönlendiriyor tatlı tatlı.


Bu gittiğim ilk banka şubesinde tanıştığım garip bir banka kapı sistemi var Sakız'da. İki kapı var koridor gibi. Düğmeye basıp ilk kapıyı otomat gibi açıyorsunuz, içeri ancak 2-3 kişi sığar. Zaten ikinci kapının açılması için ilk kapının kapatılması gerekiyor. Kabin gibi ilk kapıyı arkanızdan kapatıp ikincinin düğmesine basıyorsunuz da o açılır efendim, çıkarken de aynı. Falaaan filan. :) Bu kapıdan geçince bir duraksadım fiş almak lazım mı diye, sonra arkamdan gelen tonton teyze "Haydi ilk sen fiş al, sen benden önce geldin." diyor gülümseyip sırtımı sıvazlarken. Gel de "yabancı" hisset şimdi burada!


Mecidiye Cami, Bizans Müzesi

Ardından eski Mecidiye Cami, yeni Bizans Müzesi'ne uğruyorum. Giriş 4 Euro. Cami minaresi birkaç yıl önce orijinaline özel yapılmış, içerisi bozulmamaya gayret edilmiş ve konuştuğum müze görevlisi "Bunu lütfen yazın, biz orijinal yapıyı korumak için her şeyi yapıyoruz. İçeride yapının cami olduğu dönemden her şey duruyor ve korunuyor." diyor. Bu hanım ile uzun süre sohbet ediyoruz, bana tek tek anlatıyor eserleri sağolsun. Gitmeye yakın "Atinalı mısınız?" diyor. Vuuhu diyorum, cnm sağol ya. :)) Yunanca testi için genelde ilk başta İstanbul'dan geldiğimi söylemem de insanlara konuşurken, galiba tam puan aldık. :) Yok diyorum, İstanbul'dan geldim. Çok seviniyor, şaşırıyor, çok gitmek istediğini söylüyor İstanbul'a. 


Ardından sahil boyunca dizili hediyelik eşya dükkanlarını karıştırıyorum. -Ki, bunu ayrıca yazacağım fiyatlarıyla. Olmazsa olmaz almanız gerekenler arasında ise damla sakızı & macunu, uzo, biblolar ve kartpostallar söylenebilir.



Arada bankaların kapanma saatine bakıp "Te Allam ya." diyorum. Adamlar kişisel zamana, keyfe, huzura önem veriyor ne yapalım. :p


Pek sevdim bu fotoğrafı ama, çekerken 'ne yapıyor bu kız' demişlerdir herhalde. :)


Şu sağ alttaki kaktüslere pek şaşırdım, pek sevdim. Adanın hemen her köşesinde böyle sizi şaşırtacak, gülümsetecek, "hayat ne güzel be" dedirtecek ufak ayrıntılar var. Denizden doğru esen o güzel kokulu rüzgarın doldurduğu tüm sokaklar için geçerli bu Sakız'da.


Veee gelelim Karfas'a! Burası nispeten limana yakın sayılabilecek, azıcık turistik bir plaj alanı. Birçok restoran ve cafe de var burada. Genelde plajı olan yerlerde bir şey yiyip içinde şezlong için para ödemiyorsunuz. Buradaki denizin bir özelliği de oldukça sığ olması. Git git derinleşmiyor hani. Aşağıda kahvaltı tabağını görüyorsunuz, Türk kahvaltısı da vardı mekanda. Bazı mekanlarda gelen Türkler yüzünden "çay vardır" yazıyordu, buna güvenerek çay sordum. "Sıcak mı, soğuk mu?" dedi adam. :) Sıcak dedim canım ya. Varmış, getirdi bir çay ama cıks üzgünüm. :)) Bir defa ılıktı resmen, Türkiye'de duman çıkmayan çayı geri gönderirler diyemedim tabii, denemeniz yeter komşular. :)


Hafif rüzgarlı, parıl parıl güneşli havanın vurduğu berrak suda biraz yüzdükten sonra, biraz ileride denizin yanında yer alan tavernaya gidiyorum sonra. Olanlar oluyor! Şu adamlar bir başka yapıyor bu deniz ürünlerini be arkadaş!! Ef-sa-ne idi! Bu yemekleri tek tek anlatıp, Sakız uzosundan bahsedeceğim ayrı bir yazıda. Şu çıtır kabak kızartmasının yanındaki özel sarımsaklı sos adada herkesin bilip kullandığı bir tarif, ondan da bahsedeceğim.


Bu sırada manzaram şöyle, karşıda Çeşme...


Sonrası... Yavaş yavaş, uçuşan saçlarla, mis gibi deniz ve taze oksijen kokusuyla, ağır adımlarla limana.


Yunanistan'ın birçok yerini gördüm, ama burada ayrı bir şey vardı benim için. Ayrı bir aşık oldum, ayrı bir ruhum kaldı. Tekrar gidileceği, belki ileride ufak bir köy evi alınacağı, bir biçimde yolun düşeceği aşikar...


Sonrası, pasaport kontrolü, adadan çıkış damgası ve gemide en mavi köşeye yerleşme. Dönüş vakti... Çok başka, garip bir şey hissediyorum o an. Adanın mavilerini görmemi engelleyen buğular gözümde, garip bir ağırlık ve ağrı ile uzaklaşacak az sonra gemi. Gidişler hep zor.





Sonrası, derinleşen bir ağrı ve derhal başlayan özlem ile, yavaş yavaş uzaklarda kalıyor ada. Şurada bir video var dönüşten...



Ardından iyice minikleşen evler, araçlar, ağaçlar; geriye kalan o tertemiz, lacivert, adeta "yüce" Ege Denizi dalgaları... İstanbul'daki anlamsız hayatıma döneceğime şuracıkta, lacivert bir dalganın içinde kayboluversem.



Ve masal bir süreliğine sonlanıyor böylece. Bazı şeyler konuştukça bozuluyor, eskiyor. O yüzden çok konuşmayıp, koyulan hedefleri bir bir yaşayalım dilerim. Sakız'a gidiniz, soracaklarınızı yerli halka sorunuz, bol bol deniz ürünü tadıp hayatı tam olarak "yaşayınız" diyeyim yalnızca. Xios'un tadı bir başka kaldı canımda, en kısa zamanda tekrar...

*

Sakız Adası'ndan ne alınır? yazısı için tıklayınız.



Yorumlar

  1. Keşke daha çok kalıp daha çok yazsaymışsın diye düşündüm okurken. Çok seviyorum Sakız`ı. Yunanca bilip gezmek elbette farklı olsa gerek.
    Üç kere gezdim adayı, görmediğim/bilmediğim yerleri hala çok. Ege Üniv. kampüsü olduğunu bilmiyordum mesela.
    Bayramda gitmek cesaret ister. Aşırı kalabalık, bol bol sıra. 2 kere nisanda gittik, denize girilmesi zor ama adayı yaşamak için süper zaman. Kambos ve turunç bahçeleri, dar sokakları en sevdiğim bölgesi. Ama gezmek için elbette dağ tepe demeden her köye girmek en güzeli.
    Frape`yi ilk kez Midilli`de içmiştik yıllar önce. O zamandan beri en sevdiğimiz, evde de denemeler yapıp en sonunda becerebildiğimiz bir şey. Aslında bu kadar benzeyip bu kadar da bir anlamda uzak olmamıza şaşırmıştım ilk öğrendiğimde. Yani Türk kahvesi (Yunan kahvesi ya da), çay tüketimi nerdeyse yok, yaşlı amcalar bile köy kahvesinde oturup Frape içiyor.
    Menülerinde hepsi var orası ayrı ama tüketim hep Frape. İlginç gelmişti. Kahvaltılarında bizim gibi zeytin yemiyorlar (hoş İspanya falan da bizim gibi yemiyor). Neyse yeme-içme kısmına fazla gitmeyeyim çıkamam:) Sakız`dan bir yemek kitabım da var; hepsi sakızlı yemekler:)

    Evet, ben kuzeyliyim, kuzey ülkelerinin yeri bende hep ayrı. Yine de Ege deseler Sakız derim, yerleşecek kadar mı, evet:)

    Not: Geçen yıl bir blog yazısı okumuştum. Sakız`la ilgili. Anlatan kişi gitmiş ve hiç beğenmemişti. Yazıyı okuyunca anlıyorsun ki adam 5 yıldız konfor bekliyor, 'beach' bekliyor. Böyle bir anlayış var yani. Başka bir arkadaşım gitti, oteller vs. pis diye Çeşme`de kalmışlar, Sakız`a gidip dönmüşler! Pis mi?! Bu anlayışta olanlar bence zaten herşey dahil otel dışında tatil yapmasınlar bi`zahmet.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle bir teşekkür edeceğim, zira anımsadığım her yorumunuz dolu dolu, yazıyı pekiştirecek güzellikle. Not kısmındaki duruma diyecek bir şeyim yok, öylesi bir doğayı yaşamak varken beach arayışında olan kafa zaten lütfen gelip enerjimizi bozmasın hiç Sakız kıyılarında. :) Doğadan, ağaçtan, denizden, kumdan, en önemlisi iyi insandan anlayan herkes Sakız'a aşık olur bana kalırsa. Hiç beklemediğim bir şekilde bayıldım ben de bu adaya, üstelik içten içe bir önyargı ile gittim "herkes gidiyor, Çeşme'nin aynısı çıkacak kesin" diye, ama çooook başka bir dünyaya indim o gemiden. Tarihi, mimari, kültürel, doğa anlamında bu kadar dolu olduğunu hiç bilmiyordum, aynen gidip bir 2 hafta kesintisiz gezmeli, keşfetmeli...

      Sil
    2. Rica ederim, vaktim olduğu sürece zevkle okuyorum:)

      Sil
  2. Mükemmel imrenilecek bir gezi olmuş :) Pasoport çıkarttığımda ilk işim yunan adalarına gitmek olucak :)

    YanıtlaSil
  3. Yazinizi zevkle begenerek okuyorum ben de yunanca ogrenme meraklisi biri olarak yazida aralara serpistirilecek yunanca kelimeler deyimler bizleri daha husi icine sokacaktir eminim
    Tesekkur ederim sevgiyle

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayhan Bey, verdiğiniz güzel fikir için çok teşekkür ederim. Bazen nasıl yazılır-okunur diye bilgiler veriyorum ama bundan sonra mutlaka kelimeler de serpiştireceğim. Çok beğendim fikrinizi, teşekkür ederim yorumunuza. :) Yunanca yolculuğunuzda başarılar...

      Sil
  4. Melis Hanım, bloğunuzu yeni keşfettim, kitap gibi okuyorum yazdıklarınızı, özenli, detaylı ve içten tarzınıza hayran kaldım. İlk fırsatta Sakız Adası'nı görmek istiyorum, çok etkilendim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar zarif bir yorum yapmışsınız, çok teşekkür ederim. Dilerim bir gün denk getirir de gidersiniz, çok seveceğinize eminim ben. :)

      Sil
    2. Teşekkür ederim Melis Hanım. Bu arada Hollanda yazılarınızı da okudum ve size bir mail attım, fırsatınız olduğunda cevap verebilirseniz çok mutlu olurum. :) sevgiler.

      Sil
    3. Şimdi döndüm Müge Hanım.

      Sil
  5. Melis Hanım merhaba, Sakız adasına tatile gitmek isteyen biri olarak yeni keşfettim yazınızı. İkinci yurt dışı gezim oalcağı için aklımda bazı soru işaretleri vardı lakin yazınızdan sonra ba-yıl-dımmmm :) Başarılı bir blog. Tebrikler. Devamını beklerim. Sevgilerimle,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) Çok mutlu oldum o zaman, cevap verebileceğim başka bir sorunuz olursa yine yazarsınız, seve seve yaparım elimden geleni. Bence çok seveceksiniz, cennet gibi bir ada...

      Sil
  6. Ben ki bozcaadaya aşık olmuş bir insanım, orayı daha çok beğeneceğime eminim. Anladığım kadarıyla bir başına kalmak istiyorsan yunanca bildiğini belli etmemen gerekiyor. Ben de bilmiyorum zaten, sıkıntı yok yani

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sondaki çıkarımınız çok başarılı olmuş :)))

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar