Ayder Yaylası, Çamlıhemşin - Rize

Rize'yi pek tanımayanlarımız bile duymuştur Ayder'in ismini. Hatta Ayder Yaylası'nı bilip, Rize'de bulunduğunu bilmeyenleri bile gördüm; son yıllarda böylesi ünlü bir yer oldu burası. Ben de duyduğum eleştirilere rağmen, geçtiğimiz günlerde kaptım sırt çantamı, görmedim demeyeyim diye çıktım Ayder'e. Döndükten sonra ise az yazılı-bol fotoğraflı bir post hazırlayayım dedim; öyle cennetten kopma görüntülere tanıklık ettim ki Ayder'de, Karadeniz bölgesine sahip olduğumuz için bir kez daha gurur duydum. Tam anlamıyla "olağanüstü" bir doğaya hazırsanız başlayalım Ayder fotobloğa...


Her şeyden önce, ayrıntısını şurada yazdığım gibi, Trabzon Havalimanı'ndan inip direkt Rize-Pazar'a geldim Havaş ile. Pazar'da indikten sonra Ayder'in bulunduğu Çamlıhemşin bölgesine giden dolmuşlara 1 dakika kadar yürüyerek ulaştım kolayca. Bu esnada insanların baya evleri-mahalleleri buralarda diye düşünmeden edemedim. Ha bir de, bir küçük hayalimdi, Pazar'a vardığımda şu alttaki şarkı çalıyordu kulağımda:


Dolmuşlar ve Ayder'e yönelen yokuşun başından kareler...


Şu karşıdaki dağların en üst noktalarında görünen karlar size kendinizi öyle küçük hissettiriyor ki... Karadeniz'de doğanın sözü geçiyor. Alttaki fotoğrafta gördüğünüz atmaca ise hem Rize'nin, hem de Ayder'e doğru dönen yolun simgesi.


Sonra anlayamadığım bir biçimde şefkat beslediğim "Çamlıhemşin" bölgesine doğru çıkmaya başlıyor dolmuş. Bu esnalarda "yalnız gezgin" olmaktan çok mutlu olsam da gördüğüm yeşilin o tonunu birilerine gösterebilmek için yanıp tutuşuyorum resmen. Ben böyle bir doğa görmedim. Gerçekten inanılmaz...


Alt kısımda Trabzon'dan Rize-Pazara 20 TL ile varılan Havaş bileti, cennete doğru tabelalar, cennetin kendisi Çamlıhemşin dağları ve sağ altta Çamlıhemşin'in "en tenha" sanacağınız bölgesinde karşıma çıkan bir ilkokul var.


Ve sonunda ağzım açık şekilde geçtiğimiz yollar Ayder'e varıyor. İner inmez "gelin tülü" denen, gerek sesi gerek güzelliğiyle insanı resmen şok eden-dağlardan sızan suyla merhaba diyorum Ayder'e. Bukla'ya kadar çıkıyor musunuz? diyorum şoföre ondan önce, "Çıkarız." diyor. Öyle kolayca buluyorum Oberj Otel'i.



Buradan bir çeşit "teleferik" ile valizleriniz taşınıyor isterseniz. :)


Ayder butik otel cenneti (?) olmuş durumda. Oberj Otel ise yaylanın üst kısmında kalıyor. Burada çok "otel otel" mekanlar aramayın ama, genelde uyuyup uyanıp hemen doğaya çıkmalık mekanlar yapılmış ki, ne mutlu.


Oberj Otel, kendini "tuhafiye oteli" olarak tanımlıyor; zira burada tuhaf şeyler görebilir ama tuhaf şeyler talep edemezsiniz diyorlar. :) Ve kural 1: Üst kata ayakkabıyla çıkılmaz. Hemen her zaman yağmurlu, haydi bilemedin çiseli olan Ayder'in çamurunu da düşünürsek, oldukça yerinde bir kural. Bunun dışında Oberj'in bir kurallar listesi var ve zamanda haberlere çıkmış, oldukça ciddi ama matrak bir üslupları var.



Yeni bir yere gidince, o otele girdiğim an ve odamı bulup-içeri girip aldığım ilk enerji ile keşif hali beni benden alıyor sayın okur. Burası da ahşap-ağaç-tahta sever bir Melerence için küçük bir cennet. Hemen pencereden dışarı bakmak istiyorum!


İşte manzaramız... Kısacık bir video için şuraya klik.


Bu da sağ taraf; karşıdaki ufak hane de kahvaltının vesaire olduğu kısım.


Bu arada müthiş acıkmış durumdayım ve Ayder'i keşfetmek için adeta yerimde tepinerek bırakıyorum çantalarımı. Hemmen toplanıp dışarı... Aşağıda dağların arasında gördüğünüz o buzzz gibi su en başta belirttiğim "gelin tülü" veya yerel adıyla, bölgenin de adı olan Tikço. 


Oberj Otel kısmen en üst kısımda kalıyor diyebiliriz. O yüzden aşağıya doğru iniyorum önce, bakalım nereye kadar gidebileceğim. Asıl "Ayder Yaylası" görüntüsü biraz aşağıdaki dağ eteğinde desek yeri.


Hediyelik eşya dükkanlarının çokluğu dikkat çekiyor. Ayder'e gelmeden çoğu kişi buranın haddinden fazla turistikleştiğini söyledi. Doğru da. Ama hala keyif almaya engel değil, en başta doğasından kurtarıyor her şeyi. Ne diyorduk, biraz hediyelik şeyleri karıştırıyorum. 


Misal bu klasik boy kare kumaş-baş örtüsü-masa örtüsü ne derseniz, 5 TL gibi bir fiyata satılıyor. Bunun dışında resmen "oha" olan fiyatlar da gördüm bazı ürünler için, onlar biraz aşağıda.


Uygun bir tur sloganı zannımca.


Eminönü'ndeki "Gelin burada oturun." kafası az çok Ayder'de de var. Genelde insanların böyle bir doğaya huzur bulmak için geldiğini varsayarsak, keşke olmasa tabii. Derken "Bizum Mutfak" isimli mekana oturuyorum. Muhlama yemek istiyorum çünkü hem çok seviyorum, hem de son 2-3 aydır farklı şehirlerde tattım ve karşılaştırmak hoşuma gidiyor, beğeniyorum. Ardından laz böreği yiyorum, bitiremiyorum, zira fazla kremamsı geliyor içi. Çok yerde laz böreği tatlısından yedim ama hemen hepsi farklıydı birbirinden, bilemedim.



Ardından "klasik Ayder görüntüsü" olan kısmı keşfetmeye çıkıyorum.




Şans eseri mi bilmem, beylerden oluşan bir topluluk bu Ayder'in üstünden uçma etkinliğini gerçekleştiriyordu bir köşede. :) Çok keyifli bir görüntüydü aşağıdakiler için de.



Şunu ziyadesiyle garipsiyorum. Ayder baya olmuş!


Herkesin dilinde bir "Ayder eskiden başkaydı." var. Buradaki ekmek fırınını görünce nedense duygusallık geliyor üstüme, misal bir 20 sene önceki halini düşünüyor insan. E hem bak kalkıp geliyoruz, hem öylesini istiyoruz, insan da bir acayip sayın okur. Yapılaşmanın denetlenmesi iyi olur en azından...





Geldik buraya; yayla bölgesindeki birçok hediyelik eşya dükkanından sadece biri. Üzerine Ayder fotoğrafı basılmış kupalar 12 TL. E el-insaf. Kupa yani bu, Kuzey Avrupa fiyatıyla satılıyor resmen. Bitti mi? Bitmedi, bir aşağı bakın şimdi.


Şu aşağıdaki örtüler 20 ila 30 TL fiyatlarında. Yani, istediğiniz kadar paranız olsun, bir şeyin bir ederi vardır. Ha üstünde işçilik olur, farklı bir şey olur, yine tamam. Ama her ne kadar bölgede Arap turist sayısı da fazla olsa, bu fiyatlandırmalar bana biraz "ayıp" geliyor.


Burada modaya ayak uydurmuş lastikler var. :)



Dükkanlara girip çıkıyorum, beyler uçmaya devam ediyor. :)



Burada şairin anlatmak istediğini anlayıp bana da anlatana 10 puan. :) (Şu yazdığım cümleyi anlayana 15 puan.)


Ve elbette, sağ altta horon oynayan gençler.





Şu aşağıdaki "dumanlı dağlar" görüntüsü hiç geçmiyor. Hatta akşam bastırdıkça gide gide aşağı iniyor o dumanlar ki, cennetten bir sahne. "Yücelik"ten başka bir açıklaması yok.


Bunlar yabani nane falan olabilir mi? Kokusu mis gibiydi, naneye benzettim. 
Yukarılara tırmanırken uğraşırken elimi de kesmişim, şimdi hafif iz bırakarak geçti, mutlu ediyor.


"Yalnız gezgin" sorunlarında bir numarayı fotoğraf çektirecek kimsenin olmaması alıyooor. :)


Şurada bir arkadaş görüyorum.



Bin ton şişt pişt ediyorum, gözünü bile açmıyor. Aşağıda bu andan bir de video var.



Ve pek merak ettiğim saatler; yavaş yavaş akşam çöküyor...


Bu arada dağlardaki sis baya üstümüze gelmeye başlıyor; öyle bir şey ki gerçekten otur bak ağzın açık. İnanılmaz bir doğa...


Maalesef normal bir insan olmadığım için bir yağıp bir çiseleyen yağmuru düşünmeden taaa tepeye çıkıyorum. Bir ara arkaya bakınca abarttığımı görüyorum ama olan olmuş madem, tam çıkayım çıkmışken. İnerken Allah büyük işalla. (Melerence'nin Ayder'den inememe videosu ve tatlı pişmanlıklar silsilesi için şuraya klik)



Sonra baaaya üstümüze geliyor sis. Yani gerçekten söylenecek en doğru kelime "inanılmaz" bu noktada. Ben bu fotoğrafları çekerken yine baya tepedeyim, hem mutluyum hem de çiseden iyice ıslanmış çimenlerden nasıl ineceğimi düşünüp gülüyorum.





Bu masalsı görüntülerden sonra bir şey yiyeyim de otele gideyim diyorum. Elbette gelmişken traditional gidelim biraz gençler diyooor ve pek sevdiğim turşu kavurma ile karalahana sarması istiyorum. And of course mısır ekmeği rocks.


Karnımı doyurup sakinleştikten sonra otele yürüyorum. Daha sezon tam başlamadığı için sokaklar baya boşça. Ama ileride güzel bakışları ve deeeev gibi gövdesiyle bir güzellik bana bakıyor. Gerçekten fotoğraftan anlaşılıyor mu bilmiyorum ama o kadar büyüktü ki kendisi, bir o kadar da güzel. Fark edenler olmuştur, bu aralar videoya sardığım için kısa da bir videosu var aşağıda, tam bir huzur kaynağı.



Gece çöktükçe sis de çöküyor. 


Otele girerken bu haldeyiz. :)


Tam odama gireceğim, bir kemençeli muhabbet ortamı, ne oluyor bensiz çocuklar? Otelin yöneticilerinden Muhammet Bey, Giresun'dan gelmiş bir aile ile muhabbet ediyor, beni de çağırıyor, sabah laflamıştık biraz. Kendisi fotoğrafçılıktan rehberliğe pek marifetli bir bey; sabah "Adım Muhammet, akşam rakılar çıkınca masaya Muhammet kısmını bırakıp "reis" oluyorum, bana Dağların Reisi" derler diyor. Akşam oluyor, ne kastettiğini daha iyi anlıyorum. :P Şaka bir yana pek hoş sohbetli, kemençeli, herhalde 15 defa Ey Mustafa türküsünü söylemeli bir akşam yaşatıyor bizlere. Bir ara İsrailli bir çift gelip takılıyor, sadece "insan" olarak var olunan birkaç kısa saatten sonra odama çekiliyorum.


Odamın penceresinden son durum böyle gece.


Ardından sabah uyanıp nerede olduğumu hatırlayınca hemen pencereye koşuyorum. Baya da erken kalktım, göreceğim sis miktarı beni çok heyecanlandırıyor. :)) Ben sevdim bu sis işini. Beşinci boyut mode on.


Vee Melerence demek kahvaltı demek, o yüzden hemmen bir şey yiyip çaya saldırıyorum. Çaya olan bağımlılığım konusunda bir yazı yazacağım galiba. Vallahi bir titreme alıyor dostlar.


Bu arada dışarıda sis olayı çok acayip! Resmen Twilight burası. Herhalde öğlene doğru hava ısındıkça duman da yükseğe kaçıyor. Mekanın önündeki yine tahtadan yapılma masalara <3 çıkıyorum keyif çayı için. Bu kadar iyi hissettiğim yer ömrümde az oldu sayın okur.



Baya birkaç metre görüş mesafesi bu anlarda. Ah doğa, ne acayipsin. Ne hakikisin!


Derken toplanıp Borçka'ya geçmem gerektiği için odaya çıkıyorum. Tam toparlandım derken... Bir derin tulum sesi geliyor ki penceremin altından. Vallahi "anlayamazsınız" deyip gözyaşlarına boğulmalı bu kısım, çook seviyorum. Otelde kalan bir arkadaş grubunun içinden, Hopalı bir çocuk çalıyormuş, nasıl güzel veda oldu bana ki sormayın gitsin. Nefesine sağlık...


Bu arada bir diğer otel yöneticisi ve Muhammet Bey'in kuzeni olan Uğur Abi Ardeşen'e inecekmiş tam, seni de ben bırakırım diyor sağolsun. Hem biraz yöre sohbeti yapmak istiyordum, iniş yolu daha kolay olur bu siste diye mutlu oluyorum. Otelden çıkarken durumlar şöyle...


Yahu, çok güzel değil mi?


Yılın fotoğrafçısı Melerence mi seçiliyor? :P


Burası da o meşhur Ayder yamacının sisteki hali. 
Çok acayip! Çok güzel!


Çamlıhemşin'den Ardeşen'e geçerken böyle bir "çarşı" yolundan geçiyoruz. Bu arada hep düşünüyorum, insanlar resmen buranın yerlisi yahu. Baya nesillerdir burada yaşıyorlar, belki alıştılar, belki gelen "turistlere" gülüyorlar az biraz, ne bileyim acayip bir şey. "Burası merkez mi?" diyorum Uğur Abi'ye, "İşte merkez de, bu gördüğün yol, bak çıktık bitti." diyor. :)


Ne diyelim, Ayder biraz turistik hale gelmiş olabilir; fakat mutlaka "Gittim, gördüm, o havayı hissettim." demeniz gereken bir yer bence. Kaplıcaları ve yakınlarındaki yaylalar, şelaleler de ziyaret edebileceğiniz diğer adresler. Çamlıhemşin benim gönlümün prensesi olarak yerini koruyor işin özü. :)
Mutlaka keşfetmeniz tavsiyesiyle...

*


Yorumlar

  1. Gördükçe bir duygusal oluyorum memleketim memleketim güzel memleketim. :(((

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rizeli olmak da ayrıcalık, ne mutlu. :)

      Sil
    2. Orası ayrı :) Rize güzel memlekete çay kokayi her yani :) Ama sen benden daha Rize'li oldun orası daha daha ayrı :)

      Sil
    3. Vallahi öyle oldu son aylarda. :)

      Sil
  2. Karadeniz o kadar güzel bir yer ki sadece yeterli tanıtım yapılmadığını düşünmeden edemiyorum Çok yeri gezdim türkiye içinde bitki örtüsü her rengini var eden başka bir memleket yoktur sanırım tek kusuru ki kadı kızında olur :) Yağmuru oda olsun varsın çok güzel anlatmışınız Bayıldım :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah ben yorumunuzu şimdi gördüm :) Kesinlikle tanıtılmıyor, lakin bu kötü olduğu kadar iyi de olabilir. Yağmur öyle güzel yakışıyor ki insanın kusur diyesi de gelmiyor, ama elbette zor bir doğası olduğu doğru. Hep gitmek dileğiyle. :)

      Sil
    2. Sorun değil bende unutmuşum ne yazdığıma bakmak vesilesi oldu :) Bana,da Cevap için teşekkür ederim :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar