24 Saatte "Ankara, Kadıköy, Eminönü"

Hafta sonu kısa süre önce evlenen canım güzelim Çağıl'ın evine, Ankara'ya gittik. Ama ne gidiş! O kısımlara geleceğiz az sonra. :) Adeta bir hasret giderip, dertleşip koşarak döndükten sonra İstanbul'a, hızımızı alamayıp Kadıköy ve Eminönü'ne de uğrayınca, güzel fotoğraflar çıktı ortaya. Bir fotoblog yapmak güzel olur dedim; bakalım neler yapmışız bu "pek çılgın" iki günde. -Saate vurunca 24 saat. :)-


Uçak cumartesi öğlen, Aysu'yla Kadıköy'de buluşup güzel bir kahvaltı yapıyoruz önce. Yedi yüz defa söylediğim gibi kahvaltı konusu benim için çok hassas sayın okur.


Derken Havaş ile Sabiha Gökçen'e geçiyoruz hızlıca, bilet işini halledip bir kahve içelim diyoruz. Amaaa sohbet derinleşince uçağa 15 dakika kaldığını görüp koşa öle last call'dan yetişiyoruz neyse ki. (Fakat siz bir de dönüşümüzü dinleyin.)


Aaa bu arada BoraJet ile uçuyoruz ki, bu deneyimle ilgili ayrı bir yazı yazacağım; zira çok sevdik. Ufak, temiz, özenli bir hava yolu şirketi ile tanışmış olduk.
Ayrıca dönüşte son 3 dakikada falan kapıdan girdik; Aysu her şeyini bir yerde unutup hepsini ayrı ayrı farketti zira. :)) En son telefonunu güvenlikte unutarak asli bombayı da patlatmış oldu; acele işe şeytan karışıyor kısacası, denedik onayladık. :) Ama her şeyin bir sebebi var hayatta dedik, daha sonra gülmek üzere Aysu'nun "üzgün halini" çekip arşive attık. :) Hallolur her şey, kıps.


Uçuş başlıyor, ancak yerleşip biraz Hollandaca'ya bakıyorum. Son zamanlarda İlknur Yakupoğlu'nu çok dinliyorum, sanki tanıdığım biriymiş gibi hissediyorum niyeyse; Karadeniz müziği sevenlere önerim olsun. 
Ayrıca o ekran fotoğrafı ne öyle diyenlere: Unutmamam gereken şeylerin screenshot'ını alıp ekrana koyma gibi bir huyum var, daima işe yarıyor. 
Bu arada uçakları, biletleri, mümkünse pasaportları çok sevdiğimi not edeyim. "Gidişler" pek hoş. 


Ve Sonbahar'da çok hoşça olan, fakat şu mevsimde oldukça sevimsiz bulduğum Ankara'dayız sonunda. Bazı sokaklar, özellikle çok eski olan ve bir başkente yakışmayan metro, bizi 3. dünya ülkesindeyiz gibi hissettiriyor. (Değiliz çünkü?) Şizofrenik ürünlerle donatılmış bir şehir olan Ankara'ya, özellikle doğru düzgün bir metro lazım. Anonslar, tonlar falan bile 1970'lerden kalma gibi, arada korku filmi efekti veriyor. Yetkililercim, fyi.


Bu ışıkları ise pek sevdik. :)


Şizofreni dolu demiştim Ankara için, değil mi?
Yerlerde böyle paint'te yapılmış gibi duran kartlar var. Fake bir fotoğraf, sadece isim ve telefon numarası ile. Artık ablalar nasıl bir ağ kurduysa, yerler çeşit çeşit kartla dolu böyle. Bir de, Çağıl, "Bu yine iyi, arada kartın üstünde Selena Gomez'in fotoğrafı falan oluyor." dedi. Burası enteresan bir memleket sayın okur.


Dört yanı inceleyerek yürüyorum sokaklarda; insanların seni tanımadığı bir şehirde olmak ne hoş şey.


Derken, Ertan Gösteri Merkezi'ne - Çağıl'ın da rol aldığı "Ajan" isimli tiyatro oyununa gidiyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse biz oyuna tam anlamıyla bayıldık! Gülmeli, ayrıntılı, zaman akıp geçiverdi izlerken. Tavsiyelerimle.


Bir de bizim kız baaaya iyiymiş, onu öğrendik. :)


Ve asıl mevzu!
Neler konuşulmadı şu masada! Dostluğun tadı ne tatlı, saatlerce edilen sohbetler ne kıymetli. Üstelik Ankara'nın sık konuşulan mekanlarından biri olan Pancar'ı da görmüş olduk, pek de sevdik her şeyini.


Üstte Evreka'nın 3'ü, altta Pancar'ın meşhur lezzeti, eski bir Ermeni lezzetli olduğunu öğrendiğim "topik". Tatlıca bir tadı var ve çok değişik, hoş bir meze idi. Bu efsane akşama Ankara'nın Hayal Kahvesi'nde aynı efsanelikte şarkılara eşlik ederek devam ettik; kısa, ama tam anlamıyla ÖZ oldu hani.


Derkeeen, hop Kadıköy! :) Pazar günü döndük geldik İstanbul'a, çok lazım gibi. Otobüsle geçelim Kadıköy'e dedik, demez olaydık. Adeta 5 saat boyunca bütün Anadolu yakası mahallelerinden geçe geçe vardık sonunda, çarşıya girdik akşam güneşi eşliğinde.


Bir şeyler atıştırıp metrobüste boğulmayalım dedik, vapura gittik. Allah'ım vapur ne güzel şey! Güle kırıla agresif martılara simit atarak, güzel sohbetlerle, üşüyerek varıyoruz Eminönü'ne.


Eminönü zaten benim sevgilim direkt. Alt üst ediyoruz ayaküstü, sonra bu aşağıdakine gülüyoruz. Bununla evlenme teklifi edecekseniz hiç etmeyin bence çocuklar. :'(


Son bomba :p


Vee hemen her dükkan da "Kış Çayı" olarak satılan "şey" her ne kadar çok güzel görünse de, adeta içinde bir ben yokum. Ağaç parçası bile var yani, ben bunu içmem bence. Kaynatıp koklarım falan da içmem yani. Evet.


İşte böyledir sayın okur, kısacık ama dolu dolu geçti Ankara macerası.
Kıssadan hisse yaparsak; dostlar, seyahat etmek, uçağa geç kalmamak ve rakı önemli. Yorgunluğun tatlısı ise pek güzel.

Melis



Yorumlar

  1. Okuduğum blog akışlarından yaptığım çıkarımla, bu hafta Ankara ziyaretleri hayli fazla. Hoş bir tesadüf.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğrusu ben de çok fazla Ankara gördüm son günlerde, ne hoş :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar