Turunç Kokulu Sevilla Günlüğü

Hem ufak Flamenko geçmişim, hem İspanya'ya daha önce gitmemiş olmam, hem de içimdeki Hollanda'ya bir mola vererek Akdeniz semalarında nefes alma arzusu yolumuzu Sevilla'ya çevirdi. Burası büyülü Endülüs'ün, turunç kokan başkenti... Son zamanlarda görüp favori şehirlerim arasına giren nadir yerlerden.

Bol bol lokal tavsiyeler peşinde koştuğumuz, mis kokulu, evde hissettiğim, dört bir yandan flamenko ezgileriyle sarılı bu ferah şehirdeki günlerimiz için fotoğraflı bir günlük hazırladım; öğrendiklerimi, karşılaştıklarımı, tavsiyelerimi yazdım. Haydi şöyle bir uzanalım Akdeniz içlerine doğru... 

Sevilla'ya Hollanda'nın Eindhoven kentindeki havalimanından uçacağız. Sıcacık bir kahve, alınacak birkaç not ve adeta bir 'eve dönüş huzuru' ile başlıyor gün.


Hollanda'nın hemen her yerinde bulunan "La Place" isimli mekanda bir şeyler yiyor ve akşamüstü olan uçağımıza yanaşıyoruz.




Soğuk Hollanda'ya veda; yaklaşık 3 saate Sevilla'dayız. :)


Oldukça küçük, pek sevdiğimiz Akdeniz paspallığı taşıyan Sevilla Havalimanı'na iniyoruz. Hertz üzerinden online olarak araç kiralamıştık, şimdi ofislerini bulup aracı teslim alma zamanı. Tüm bu süreçte, Hollanda'dan sonra alıştığımız kuralcı sisteme oldukça aykırı, biraz dandik bir yapı görmek insanı geriyor. Şöyle ki, aracı teslim alırken 45 veya 85 EUR'luk sigorta yaptırmak "zorunda" olduğumuz söylendi ve bu hiçbir yerde belirtilmiyordu. Haydi bu tamam; ama araç kiraladığınızda (Yunanistan'da bile) görevli kişi ile aracın yanına gider bir hasar var mı kontrol eder, birlikte not alırsınız. Burada ise araç şurada denildi ve var olan hasarlar hakkında iletişim kurmadık hiç. Bu da gerdi bizi haliyle, aynı şekilde aracı teslim ettiğimizde de anahtarı getirmemiz istendi sadece ve hasar tespit yapılmadı. Bunları göze alarak durumu netlleştirmeniz tavsiyemdir o yüzden.


Şurada yazdığım üzere, Girit'te de kiralayıp pek memnun kaldığımız Seat Leon'u seçtik burada da, bol bolg gezmek isteyenler için gayet güzel ve yeterliydi.


 

İlk olarak otoparkta gördüğüm onlarca turunç ağacı, otelin yanında da tüm sokka boyunca sıra sıra devam ediyor. Dışarıda müthiş bir Akdeniz havası var ve bir an önce sabah olsun da bu sokağı gündüz gözüyle de göreyim istiyorum.

 

Sevilla'da Al-Andalus Palace'ta kaldık; bölgenin hoş ve oldukça büyük otellerinden. Yakınlarında toplu taşıma ve sokak aralarına araç park edebileceğiniz alanlar var.

 

Odaya yerleştikten sonra kendimizi hemen dışarı atıyoruz, saat 9 civarı. Selanik'ten hallice park yeri bulmak öyle zordu ki bu saatte bile, aklınızda olsun birkaç tur atmak gerekebilir. Ayrıca tam merkezden ziyade biraz daha dışarılara çıkarsanız çok daha lokal ve güzel yemek mekanları var.

 

İlk adres ufacık, yerel ve leziz tapasların olduğu bir mekan: Soravito Tapas. Mekanın sıcaklığı ve lokalliği, fiyat-kalite ilişkisi, çalışanların tatlılığıyla kesinlikle tavsiye edeceğim bir yer, ki ayrıca yazmak istiyorum menüyü.


Farklı sütlerden hazırlanmış peynir tabağı, yosunlu karides salatası ve zeytin turşusu başta olmak üzere birkaç tabak gelsin Soravito'dan... En çok istediğim şeylerden biri İspanyol zeytinlerini tatmaktı; lakin neredeyse her mekanda zeytin isteyince zeytin turşusu getirdiler. Sevilla'ya geldi mi tadılacak, hemen her mekanda bulunacak ve marketten alınacak ilk şeylerden biri bu o yüzden.


Derken sabah oluyor ve acayip bir heyecanla sokağa atıyoruz kendimizi. Sevilla'da kendimi "evde" hissediyorum ısrarla, kesinlikle gidip yaşayacağım bir yer oldu şu birkaç günde. Sokaklar turunç kokuyor, geniş, tertemiz. Bu arada şu arkada görünen Real Betis Stadı.


Otelden doğru sıra sıra dizili turunç ağaçları. :)


Bu yazıda naçizane vereceğim en önemli önerilerden biri otelle ilgili; Avrupa'da bu kadar iyi kahvaltısı olan başka bir yer görmemiştim.

 

Al-Andalus Palace kahvaltı konusunda gördüğüm tüm ülke/otellerin önüne geçti kısacası. Kiii kahvaltı önemli. :)


Şahane İspanyolca şarkılar içişn Gozadera isimli radyo kanalını dinledik günlerce, bilginize. :)



Hollanda'dan sonra palmiyeyi ne çok özlemişim; yükseek bir gökyüzü, masmavi, kokular mis, şehir mis, tertemiz. Merkeze doğru devam ediyoruz...


Türkiye'de alışık olsak da başka ülkelerde sık görmeyeceğiniz bir şey Sevilla'da var; evlerde, sokaklarda, binalarda bir sürü İspanya bayrağı asılı.


Derken yine bir öneri; merkeze yakın park yeri isterseniz, biz gibi Cano Y Cueto'ya bırakabilirsiniz aracınızı.


Saati 1.85 EUR idi biz gittiğimizde, maksimum 10 dakika yürümeyle şehrin merkezindesiniz.


Merkeze varana dek de çiçek gibi sokaklardan geçeceksiniz. :)



Sevilla'nın kalbinde "Yahudi Mahallesi" olarak geçen Santa Cruz'un dar sokaklarında kayboluyoruz sonra. Size önerim sayın okur, güzel bir bahar zamanı gelin Sevilla'ya; çok ama çok yakışıyor buralara o tatlı hava.



Sevilla'da en çok göreceğiniz şeylerden biri, elbette Flamenco figürü. Kalbimin bir kısmını adadığım bu kavram sadece bir "dans" değil, ruha dokunan, çok büyük bir kültür. Yazının ilerleyen kısımlarında profesyonel Flamenco kıyafetleri satan mekanlara da bakınacağız. Santa Cruz'un dar sokakları ise bunun için müthiş seçim; ıvır zıvır almak hariç aman turistik yerlerden uzak durun. :)


Biraz turistik hale de gelmiş anladığım kadarıyla; fakat şehrin her yerinde tapas mekanları var ve tapas başı fiyatlar genelde aşağıdaki gibi. Mümkün olduğunca lokal mekanlar bulmanızı öneririm, çok turist olan yerden kaçınmak güzel lezzetler buldurdu bize.


Ve devasa, çok zarif bir yapı: Sevilla Katedrali. Dünyanın en büyük üçüncü kilisesi olmasının yanısıra dünyanın en büyük gotik kilisesi ünvanına sahip. Ayrıca burası Kristof Kolomb'un gömüldüğü yer olarak da ayrıca önemli sayılıyor ve 1987 yılında UNESCO tarafından dünya mirası ilan edilmiş.


Aşağıdaki yapıda Giralda: Katedralin 104.1 metre uzunluğundaki çan kulesi.


Katedral önünde çok ferah, güzel bir meydan var. Hemen çaprazda ise Alcazar Sarayı. Diğer köşede ise turunç ağaçları arasındaki Papa heykeli.




Şehrin en güzel yerlerinden biri burası benim için, meydan öyle güzel ki. Özellikle Mart-Nisan gibi gitmeli bence, mis gibi her yer. Ayrıca dört bir yanda önemli noktalar toplanmış, dolayısıyla burası dolu dolu zaman geçireceğiniz bir nokta Sevilla içinde.


Hemen yakınlarda etraf mağazalar ve dar sokaklarla dolu; en başta da Flamenco ile ilgili profesyonel ve turistik binbir çeşit ürün tabii.


Burası merkezde yer alan bir cafe/pastane. Bir alt fotoğrafta birkaç fiyat görebilirsiniz; tatlıları ve kahveleri çok güzel. Ama çalışanların İngilizce'yi "aşırı bilmemeleri" şaşırttı bizi, hani çok uluslararası kelimeler olur ya, onları bile söyleyemedik - zar zor anlaştık. "Plastik olmayan bir kaşık" istediğimi bir türlü anlatamadım mesela. Ama o da ayrı bir tat, gidin yani. :)



Ve şehrin içindeki birçok noktada karşınıza çıkacak olan İspanyanın üçüncü, Endülüs Özerk Bölgesi'nin  en uzun ırmağı Guadalquivir. Roma önceki "Betis" denirmiş ismine.



Hemen ırmağın kenarındaki bu kule ise şehrin bir diğer önemli simgesi: Torre Del Oro


Burayı tam şurada ayrıntılı biçimde yazmıştım; pek lokal, pek leziz, İspanyol dolu bir mekan: Baratillo. Etle aranız iyiyse tadılacak en geleneksel tabaklardan biri olan cola de toro yani boğa kuyruğu yahnisi burada pek iyi.


Veee... Akşamına şahane bir yere gidiyoruz. Gerçekten kalbim duracak sandım. Eğer turistik olmayan, hatta İngilizce tek bir kelime dahi konuşulmayan ve gerçek bir Flamenco performansı görebileceğiniz bir yer istiyorsanız, gideceğiniz adres La Carboniera.


Aynı zamanda Flamenco dansçısı olan Sevillalı bir arkadaşım var işte, kendisi burayı çok iyi bildiğini, birkaç yıl önce sıfır turist olduğunu, şu anda nadir hakiki Flamenco mekanlarından olduğunu söyledi. Mikrofon falan yok, anonslar sadece İspanyolca. Ayrıca Chris, bu dansçı arkadaş, "fiesta flamenca" denen sistemin çok güzel olduğunu söyledi. O da şu demek ki, misal bir mekanda oturuyorsunuz, aniden biri gelip gitarını çıkarıyor çalmaya başlıyor. Biri şarkıya eşlik etmeye başlıyor, oturanlardan biri kalkıp dansa... Tamamen plansız, spontane ve gerçek işin özü. Flamenco ayrı bir olay sayın okur, tanışın tanıştırın bence.


Kalbim duracaktı mutluluktan dedim ya; belki cidden heyecandan, bir süre sonra tansiyonum düşüp tepetaklak olunca istediğim kadar kalamıyorum La Carboniera'da ama Sevilla'ya tekrar yolum düşerse -ki bence düşecek- uzun uzun gitmek istiyorum tekrar. Bu arada etkinlik gece 11 civarı ve sonrasında hareketleniyor. Bu mükemmel kalitede fotoğraf da mekanın dışı, biraz binalar arasında labirent gibi bulunan bir yer, ama zor da sayılmaz. :) Değeceği kesin.


Plaza de la Encarnacion Meydanı'ndaki Metropol Parasol. Burayı unutmayın zira tam altında şahane bir yerel pazar var. Gezmesi çok çok keyifliydi; ayrıca jamon gibi, baharat gibi eve götürmelik birçok ürün de satın alabilirsiniz. Gezmekten en keyif aldığım yerlerden oldu.


Kapalı alanda bulunan bu marketten birkaç fotoğraf gelsin şimdi; bazı "garip şeyler" de gördük zira. :(


Bunun gibi mesela, nedense her köşede böyle tavuk-tavşanlar var satılan. Mutfak kültürü falan ama içim çok fena oldu.


Başta bahsettiğim gibi zeytin turşusu türlü türlü; buradan bir miktara satın alarak götüreceğiniz en güzel şeylerde biri bence. Baya zeytinin içine ufak salatalık turşusu sokmuşlar vallahi. :) Yaşasın bilinen malzemelerle yapılan bilinmedik şeyler...


Baharatlar... Malum, iklim mis buralarda. Mutlaka sevdiğiniz baharatları almadan gitmeyin derim.


Kıpır kıpır salyangoz kardeşler. :) Çok alem bir durum var bu fotoğrafla ilgili ki, aynı tezgahtan bir şeyler aldık biz ve Hollanda'ya eve döndüğümüzde bir baktık poşetin içine bir tane salyangoz binmiş kaçak yolcu olarak ve şu an onu evdeki bir saksının dibinde besliyoruz hala. :)) Çorba olmaktan kaçıp iltica etti çocuum.


Ve mis gibi taze kekiklerden aldık; bir de yine efsane kokan defne yapraklarından. Cidden tat ve o Akdeniz aroması çok farkediyor, hala bayılarak kullanıyorum.


Market içerisinde koca koca deniz ürünleri tezgahları da var. Özellikle bu konuya ilgi duyan ve mutfaklı bir yerde kalanlarınız varsa, bence denemek için şahane bir çeşitlilik.


Her yerde asılı, tezgah üstlerinde dilimlenen koca koca jamonlardan alabilirsiniz.


Meşhur peynirleri...


Birçok güzel müze var Sevilla'da, hepsine yetişmek için bir 5 gün vermek iyidir bence. Benim mutlaka gitmek istediğim ise elbet Flamenco Müzesi'ydi.


Güncel bilgili araştırın ama isterseniz müze gezinizin sonunda akşam 7'de bir de canlı Flamenco performansı izleyebiliyorsunuz, fiyat da ona göre değişiyor. Sadece müze 20 EUR, artı Flamenco show ile 24 EUR. Girişte size bu bilgi kartını veriyorlar, kendiniz keşfe çıkıyorsunuz iki katlı müzeyi. Bir kat modern sanat alanı, diğer kat Flamenco tarihi içinde yürüyeceğiniz büyülü bir labirent adeta.


Burayı ayrıca yazacağım mutlaka; fakat alttaki fotoğraf modern sanat alanı dediğim kattan. 20 EUR pek ucuz değil burası için; bence arada kaldıysanız ve Flamenco'ya meraklı değilseniz çıkışta eee? diyebilirsiniz. Ama Flamenco ile az da olsa aranız varsa bence çok seveceksiniz.


Çıkış kısmında Pera Müzesi'ndeki gibi bir hediyelik eşya kısmı var ki ay ne olur uzak durun. :)) Aşağıdaki Flamenco şalı 532 EUR! Tamam kaliteli, el yapımı falandır belki ama basit biblolar bile çok uçuktu. Bakınız, geçiniz, ayrıntısı için Flamenco Müzesi yazısını bekleyiniz. :)


Flamenco Müzesi'nden çıktığınızda hemen oracıkta La Gitana Loca isimli, gayet salaş, ayaküstü karnınızı doyurabileceğiniz yine pek lokal bir mekan var.


Sevilla patatesi dedikleri bu arkadaş gelince dedim oy ne çok sos basmışlar; ama inanılmaz bir tadı vardı. Hem lezzetli, hem ucuz burası. Sadece bir İspanyol arkadaş grubu da varsa yakınlarda, kulak tıkacı kullanmanızı öneriyorum. :)


Şimdi Sevilla'nın meşhur alışveriş caddesine gideceğiz. Ondan önce belirteyim ki burada en çok sevdiğim, profesyonel Flamenco kıyafeti & aksesuarı satan mekanlardan biri burası oldu. Elbiseler genelde 250-600 EUR arasında burada. Çok büyük değil ama her bir şey var, üstelik sahibi olan hanım da pek şeker.


Bunlar da ailesine bayramlık kırmızı rugan ayakkabı aldırmaya çalışan kız çocuğu gibi, beni cama yapıştıran kırmızı Flamenco ayakkabıları. :) Çok güzel değil miiii?


Bu da ben. :) Arkadaki sokaktan Sevilla'nın mağazalarla çevrili caddesi Calle Sierpes.




Calle Sierpes aslında bir alışveriş sokağı için gayet dar; ama bir o kadar da müthiş binalarla çevrili, gezmesi çok keyifli bir sokak. Dört bir yanda ucuzdan pahalıya, uluslararasından lokale hemen her mağaza var. Bu da ördekçi. :)



Yelpaze almak isterseniz, adeta bir sürü "yelpaze dükkanı" var sokakta. Onun dışında yine Flamenco'ya dair birçok ürün ve mağaza...


Yine çok severek yazacağım bir yazı olacak ki, Sevilla'da market gezeceğiz. Ama şimdilik ufak bir marketten zeytinyağı fiyatları gelsin. Burası bu alışveriş caddesinin başındaydı hemen.


Burada da altta jamon, üstte jamonlu cips var. :)


Burası Plaza Del Salvador. Sevilla'da "meydan" anlamına gelen plaza'lar öyle çok ki; en başta da elbette Plaza de España.



*

Evet sevgili okur, fotoğraf seçmenin çok zorladığı bir post da böylece bitmiş olsun. Burada gördüklerinizde çok daha fazlası Sevilla; yeni favori şehrim oldu kendisi, daha uzun zamanda tekrar gitmek dileğiyle, okunacak ve anlatacak bol hikayesi olan, ruhu olan şehirlerden...  

Görüşmek üzere,
 Melis


Yorumlar

Popüler Yayınlar