Öz'e Koşmak
Şimdi biraz geri gidelim.
Şöyle birkaç milyon yıl kadar geriye.
İnsanoğlunun henüz hala ait olduğu yerde, doğada yaşadığı, doğada var olduğu yıllara. Apartmanlar yok, plazalar hiç yok; bunlar olsa bile en güzeli içlerindeki kavramlar yok henüz. Doğamızdan gelmeyen, sonradan yarattığımız milyonlarca kavram... Orada veya yaşam okulunda ne öğrenildiği, ne yapıldığına değil de, "üniversite bitirmiş" olmaya değer verme kavramı misal. Bu tarz sonradan üretilmiş, insanın yaratılış doğasına uymayan, milyonlarca gerizekalı kavram.
Bilir misiniz o hissi, insan bir yerde yaşar mesela, bir ülke veya şehir olsun, vicdan gibi bir şey, isimlendiremediği bir his içeriden kemiriverir onu.
Sanki sağımdan biri kulağımın dibine gelmiş de bana hiç dokunmadan şakaklarıma doğru ısrarla "Pişt pişt!" diyip duruyormuş gibi içeriden içeriye kemirir beni bu ses; çoğu zaman aklında bile olmayan bir fikri fısıldayıp durur. En çok da buradan anlıyorum bunun isimlendirilemeyen bir iç ses, bir yardım olduğunu. Kesinlikle, "doğaüstü bir yardım" bu, tıpkı vicdan gibi. Açıklanamayan, betimlemekte zorlandığın, ama varlığını bildiğin, içeriden sana fısıldayan "bir şey" işte. Bu yardıma muhtacız insanlar! Doğamızı unuttuk, doğadan koptuk. Aptal saptal insan ilişkileri içinde, senin şuyun benim buyum, hayatı çürüte çürüte yaşıyoruz. Geçen yıldan hangi "anları" hatırlıyorum diye sor bakalım, 365 günden kaç an gelecek aklına. Boş yaşıyoruz zira... Sadece zaman geçirerek, farkında olmadan, doğadan uzak, yapma bir düzene kaptırmış gidiyoruz. Ancak ya bize, ya yakınlarımıza ölüm gelirse sarsılarak açıyoruz gözlerimizi uykudan; o da çok uzun sürmüyor.
Geçen bir metin okudum, adam diyor ki "Kariyer ne be? Hayır cidden soruyorum, kariyer ne yani Allah aşkına?". Sonra cidden oturup düşündüm, kariyer nedir? İşini sevmeye, keyif almaya karşı elbette değilim, sadece hayatı buna adamak ne? Çalışmak istiyorsun çalış, tamam hayallerin olsun iş hayatın için de, "kariyer" ne? Yeniyor mu, seviyor mu insanı, kariyer ne? Yaşamını çürüttüğün bu soyut kavram ne? İş yerimde mutlu da olsam işle ilgili hiçbir "rüyalarımı süsleyen hayalimin" olmaması, içimdeki o adlandıramadığım sesin kelimeleri bana kalırsa. Kimi insanlar -ki bir hayli rastladım bu güne dek- öyle bir sever ki milletin üstüne basa basa yukarılara çıkmayı, yardımcı olmak isteyenden yararlanmayı, ancak kendisine sert davranana saygı duymayı; yakınlarında bulunmak istemiyorum. Bünyem reddediyor valla.
Önceden doğayla iç içe olan, doğal yaşamın (yahu adı üstünde, el insaf) hala devam ettiği köylerde yaşayan çocuklar için içten içe üzülürdüm. İmkan az, hayattan uzak kalıyorlar diye. Yaş aldıkça anlıyorum ki, tam tersiymiş. Apartmanlarda, demirlerle çevrili 10 metrekare apartman önlerinde oyun oynayan çocuklar hayattan bir haber asıl. Çimene basmanın "hafta sonu aktivitesi olduğu", tavuk görünce heyecanlanan çocuklar...
Normalde, şayet hayatın farkında olan varlıklar olsaydık, ölümün farkında olurduk sayın okur. Ağzımızdan laf niyetine çıktığıyla kalmazdı. Zira ölümün farkında olan adam zaten "böyle şeylere" ne zaman ne ömür harcayabilir. Tarihte içsel dünya namına iz bırakan isimlere baktığınızda bu yapay yaşamlardan uzakta duran insanlar olduğunu görürsünüz çoğu zaman; onlar yaşamın özünü keşfe yaklaşmış olanlardır. Dinle Osho'yu, "isimlendirmek öldürür" diyor, sen hala inşallahın a'sını ortada kaldı diye büyük yazarak kendini rahatlatıyorsun. Hep öğretilenlerden ibaret, fikir olmadan zikir edinmekten ibaret, hayatları yarıştırmaktan ibaret. Özden öyle uzaktayız ki, ahh ki ne ah...
Öze yaklaşmak isteyen, bunu nasıl yapacağını bilmese de en azından özden uzakta olduğunu fark edip, bunu dile getirenlere deli demekten başka bir işe yaramıyor "modern dünyanız"... Azıcık olsun "farkında olsaydık", koşa koşa, nefessiz kala kala giderdik öz'e doğru. Zaman öyle belirsiz ki çünkü... Derler ya, yarın hayatının son günü olsa nasıl yaşardın? Ooo şunu yapardım, buraya taşınırdım, oraya giderdim. Eee, olmadığını nereden biliyorsun? Neden son günüymüş gibi yaşamıyorsun? Haydi klasik bahane şartlar falan filan da, neden bu soruya cevap verirken "kabul ettiğin şeyi" normalde reddediyorsun? "Hayatımın son gününde plazama gider toplantılarda kalp krizi riskimi arttırır, birilerinin ayağını son kez kaydırırdım." falan diyen duydun mu hiç bu dünyada? İnsanın en içinde saklı bir yerde, "öz" gömülü halde bekliyor çünkü; ve yalnızca ölüm söz konusu olduğunda çıkmaya cesaret ediyor. İşin komiği, bilmiyorsun ki ölüm ne zaman geliyor. Ne olur bir düşünün bu konuyu...
Olur da ömrüm yeterse; bilmiyorum ne zaman, bilmiyorum ne şartlarda, lakin bir gün, pek yakında bir gün içimde ısrarla fısıldayan -ki son zamanlarda avazı çıktığınca bağırıyor- o isimlendiremediğim sesi dinleme cesaretini göstereceğim.
Öz'e koşacağım.
*
Şöyle birkaç milyon yıl kadar geriye.
İnsanoğlunun henüz hala ait olduğu yerde, doğada yaşadığı, doğada var olduğu yıllara. Apartmanlar yok, plazalar hiç yok; bunlar olsa bile en güzeli içlerindeki kavramlar yok henüz. Doğamızdan gelmeyen, sonradan yarattığımız milyonlarca kavram... Orada veya yaşam okulunda ne öğrenildiği, ne yapıldığına değil de, "üniversite bitirmiş" olmaya değer verme kavramı misal. Bu tarz sonradan üretilmiş, insanın yaratılış doğasına uymayan, milyonlarca gerizekalı kavram.
Bilir misiniz o hissi, insan bir yerde yaşar mesela, bir ülke veya şehir olsun, vicdan gibi bir şey, isimlendiremediği bir his içeriden kemiriverir onu.
Der ki, "Sen burada olmamalısın. Senin kodların buraya göre yazılmadı. Sen burada "sonuna" ulaşamazsın, gitmen gerek."
Sanki sağımdan biri kulağımın dibine gelmiş de bana hiç dokunmadan şakaklarıma doğru ısrarla "Pişt pişt!" diyip duruyormuş gibi içeriden içeriye kemirir beni bu ses; çoğu zaman aklında bile olmayan bir fikri fısıldayıp durur. En çok da buradan anlıyorum bunun isimlendirilemeyen bir iç ses, bir yardım olduğunu. Kesinlikle, "doğaüstü bir yardım" bu, tıpkı vicdan gibi. Açıklanamayan, betimlemekte zorlandığın, ama varlığını bildiğin, içeriden sana fısıldayan "bir şey" işte. Bu yardıma muhtacız insanlar! Doğamızı unuttuk, doğadan koptuk. Aptal saptal insan ilişkileri içinde, senin şuyun benim buyum, hayatı çürüte çürüte yaşıyoruz. Geçen yıldan hangi "anları" hatırlıyorum diye sor bakalım, 365 günden kaç an gelecek aklına. Boş yaşıyoruz zira... Sadece zaman geçirerek, farkında olmadan, doğadan uzak, yapma bir düzene kaptırmış gidiyoruz. Ancak ya bize, ya yakınlarımıza ölüm gelirse sarsılarak açıyoruz gözlerimizi uykudan; o da çok uzun sürmüyor.
Borçka, Artvin |
Önceden doğayla iç içe olan, doğal yaşamın (yahu adı üstünde, el insaf) hala devam ettiği köylerde yaşayan çocuklar için içten içe üzülürdüm. İmkan az, hayattan uzak kalıyorlar diye. Yaş aldıkça anlıyorum ki, tam tersiymiş. Apartmanlarda, demirlerle çevrili 10 metrekare apartman önlerinde oyun oynayan çocuklar hayattan bir haber asıl. Çimene basmanın "hafta sonu aktivitesi olduğu", tavuk görünce heyecanlanan çocuklar...
Kassandra, Xalkidiki |
Öze yaklaşmak isteyen, bunu nasıl yapacağını bilmese de en azından özden uzakta olduğunu fark edip, bunu dile getirenlere deli demekten başka bir işe yaramıyor "modern dünyanız"... Azıcık olsun "farkında olsaydık", koşa koşa, nefessiz kala kala giderdik öz'e doğru. Zaman öyle belirsiz ki çünkü... Derler ya, yarın hayatının son günü olsa nasıl yaşardın? Ooo şunu yapardım, buraya taşınırdım, oraya giderdim. Eee, olmadığını nereden biliyorsun? Neden son günüymüş gibi yaşamıyorsun? Haydi klasik bahane şartlar falan filan da, neden bu soruya cevap verirken "kabul ettiğin şeyi" normalde reddediyorsun? "Hayatımın son gününde plazama gider toplantılarda kalp krizi riskimi arttırır, birilerinin ayağını son kez kaydırırdım." falan diyen duydun mu hiç bu dünyada? İnsanın en içinde saklı bir yerde, "öz" gömülü halde bekliyor çünkü; ve yalnızca ölüm söz konusu olduğunda çıkmaya cesaret ediyor. İşin komiği, bilmiyorsun ki ölüm ne zaman geliyor. Ne olur bir düşünün bu konuyu...
Olur da ömrüm yeterse; bilmiyorum ne zaman, bilmiyorum ne şartlarda, lakin bir gün, pek yakında bir gün içimde ısrarla fısıldayan -ki son zamanlarda avazı çıktığınca bağırıyor- o isimlendiremediğim sesi dinleme cesaretini göstereceğim.
Öz'e koşacağım.
*
:) güzel anlatım, yine... Öperim kalbinden...
YanıtlaSilBir de paylaştım bunu ben, zira çokça okunması lazım...
YanıtlaSil