İtalya: Pescara Günlüğü

Birkaç gün önce İtalya'ya uygun bilet bulunca, şehrin neresi olduğuna bakmaksızın hemen ayırdık biletleri. Hollanda'da yaşadığımız yere oldukça yakın olan Almanya-Weeze Havalimanı'ndan, İtalya'nın Pescara isimli bir sahil şehrine inecekti uçağımız önce. Ardından otobüsle Roma'ya geçecek, Roma'da planladığımız birkaç günün ardından da yine Düsseldorf'taki Weeze Havalimanı'na geri dönecektik. Tabii başladım hemen araştırmaya; Roma tamam da, Pescara için neredeyse hiçbir Türkçe kaynak bulamadım. Ne yapılır, giden ne yapmış, ne hissetmiş, ne yemiş içmiş... İki yazı önce dediğim gibi, bu durumda gittim-gördüm-işte şimdi yazacağım. :) Haydi Pescara Günlüğü'ne başlayalım...

Öncelikle sabah erken saatlerde Hollanda'dan Almanya'ya geçiyoruz. 1,5 saat sürecek bu kısa yolculuk için "yolluk" olayını biraz abartmış olabilirim.


Weeze Havalimanı, özellikle Ryanair gibi Avrupa'da ucuz uçak bileti sağlayan havayollarının bolca tercih ettiği bir adres. Daha önce Selanik'e yolcu etmeye gelmiştik bir yakınımızı, bu defa biz uçacağız bakalım.


Benim Hollanda'da oturma iznim olduğu halde Avrupa vatandaşı olmadığım için biletimin çıktısını almış olmam şart ki uyduruktan bir damga basıp tükenmez kalemle "kontrol edildi" işareti koysunlar diye. Bağğzı Yunanistan vatandaşı arkadaşların tuzu kuru tabii.


Ve işte meşhur Ryanair. Çok duydum ama ilk kez kullandım bu havayolunu; Avrupa içi uçak biletlerini 20-30 Euro'ya bulmanız çok olağan mesela bu arkadaşla; her ne kadar içimde kalkar mıyız düşer miyiz sorusu olsa da, ikinci sınıf seyahat sunmasına rağmen gayet iyi geçti yolculuk. İkinci sınıf derken, su dahil hiçbir ikram verilmiyor mesela uçuş boyunca; lakin makyaj fırçasından şaraba kadar geniş bir satış menüleri var, dilerseniz pamuk eller cebe lütfen.


Televizyon falan zaten hak getire de, hostes böyle tombala gibi çekiliş falan satıyor arada, değişik olaylar sayın okur. Derken 2 saatlik uçuşumuz niiihayet sonlanıyor; dışarıda İtalya bizi bekliyooor!


Uçakta kararlaştırdık, dedik ki her şehirle "ilk tanışma anı" olur. Şimdi uçaktan indiğimizde Pescara'ya karşı ne hissettiğimizi söyleyeceğiz. Arkadaşlar iner inmez öyle bir Akdeniz rüzgarı vurdu ki yüzümüze, öyle bir deniz kokusu çarpıp geçti ki saçlarımdan, "Akdeniz kokuyor!" diye zıpladık resmen. Hollanda'da hava güneşli de olsa asla o kokunun olmadığını daha net anladım buraya gelince. Artık o Ege-Akdeniz'in eşsiz denizinden havaya sinen koku, doğayla birleşip nasıl bir kokuya alıştırdıysa zihnimi, uzun zamandır görüşmediğim eski bir dost gibi uzaktan tanıyıverdim. "Mediterranean" denen olay cidden başka bir şey...


Şu ileride gördüğünüz De Cecco, ünlü bir İtalyan makarna markası. Hollanda'da sıkça gördüğüm bir marka, böylece İtalya'dan geldiğini ve hakiki İtalyan olduğunu anlayıp seviniyorum o an. Hava mis bu arada, söylemiştim değil mi?


Çıkışa doğru "böyle bir yerden" geçiyoruz, ne polis var ne kontrol. Herhalde Avrupa içi uçuş diye böyle diyorum. Bu arada binaya girer girmez burayı inanılmaz Yunanistan'a benzetiyoruz.


Hollanda'nın o düzen fışkıran gıcır gıcır yapıları, insanları, sistemleri bir anda kendini pasaklı, dandirik ve sıcacık bir havaya bırakıyor. Bu arada çıkışa ulaşıyoruz; şimdi otobüsü bulup merkeze gitmeli.


Dışarıdan ilk görüntü böyle; taksiler beyaz burada. Palmiye görmeyi özlediğim malum. İzmir'ime buradan ayrı selam. Derken, bir otobüs durağı var hemen ilerde, şoföre nereden bilet alırız diye sorunca, çok tatlı ve heyecanlı biçimde anlatıyor kırık İngilizcesi ile. Bu sırada, yine Hollanda'dan dolayı ne kadar uzun zamandır dilden kaynaklanan anlaşma sorunu yaşamadığımı fark ettim. İşte ya Yunanistan Yunanca, ya Hollanda Dutch ve İngilizce; İtalya'da ise çok uzun zaman sonra ilk kez göstererek bir şeyler anlattım falan. Belki de sırf bu yüzden her insan en az bir defa başka bir ülkeye gitmeli derim; o güvenlik çemberinin hop! etrafından kalkması, direkt olarak insanları anlamaman-anlaşılamaman falan acayip heyecanlı bir şey.




Neyse efendim geldik bilet makinesine. Hiçbir yerinde İngilizce yazmayan bu değerli makinemizle cebelleştikten sonra otobüs biletimizi almayı başarıyoruz. Bu arada sadece bozukluk kabul eden makine başında çare arayan Belçikalı oğlana da bilet parası verince 10 oyro uzatmak suretiyle "ödemek" istiyor. Ona da bir hööyt senin paran burada geçmez çekip, kendimizi iyice "bizim oralara gelmiş" hissettiğimizi fark ediyoruz.


Otobüsün içinde Selanik'teki bilet okutma sistemi var. Biletinizi bıızzt yapıp geri veriyor makine.


90 dakika geçerli olan bilete 1.20 Euro ödedik bu arada. Hollanda'da 10 dakikalık yola 2.90 Euro verdiğimizi düşünürsek bence hoş.


Ardından yaklaşık 30 dakika sonra merkezdeyiz, Pescara otogarında aslında. Bu fotoğrafı çektim çünkü inanılmaz derecede çocukluğumdaki "çay bahçesi" tadında bir yerdi. Burayı gördükçe neşe doldu içim, hakikaten yersiz biçimde etkilendim böyle. Sonra otursam haliyle çay bulunmyacağını fark edip kendime geldim. Tanıdık hislerle otele yürümeye başladık sonra...



Ara sokakta bir makarnacı.


İzmir ve Selanik'ten aşina olduğum turunç ağaçları...



En güzeli, modern & yeni - tarihi & eski, güzeller güzeli balkonlar...




İtalya'nın bir sahil kenti olan Pescara'da ağzı açık yürüdüğüm 10 dakika sonrası, işte oteldeyiz.


Maison Fleurie aslında otelden çok ufak bir butik otel gibi, sahibi her zaman orada durmuyor mesela. Daha çok özel dizayn edilmiş sade odalarıyla sakince kalmanız için hazırlanmış bir tesis. Tavsiye edebileceğim bir yer kesinlikle; çarşıya ve upuzun Pescara sahiline 10 dakika yürüme mesafesinde.


İçerisi ufak, çok zarif ve tertemiz. Üstelik tesis sahibi hanımefendi iyi İngilizce konuşuyordu ve çok kibardı.


Derken kendimizi hemen sahile doğru atıveriyoruz. Çok açız; hem karnımız aç, hem Akdeniz kenarınd yürümeye açız.


Pescara meydanından ilk görüntümüz böyle; her ne kadar biraz "kuru" gelse de önce, gittikçe aidiyet duygusu sarıyor bizi. Zira çabasız, kendi halinde, samimi bir Akdeniz kıyısı burası.


Uçan baloncusu bile var! Ayrıca genel olarak evleri, binaları pek güzel.


Bir de kebapçısı var tabii. 

Bu durumda müsaadenizle iki sorum olacak:
1. Arkadaşlar nasıl her yerde olmayı başarıyorsunuz?
2. Tüm Avrupa'daki kebapçı tabela yazı stilinin aynı olmasındaki sebep nedir?


Derken artık açlıktan ölmek üzere bir yer buluyoruz. Hemen merkezin denize bakan köşesindeki Berardo isimli mekan. Her ne kadar daha yerel bir mekan arasak da cidden çok açız diye buraya oturuyoruz, mekan da pek hoş. Sonradan Rus olduğunu anladığımız suratsız hanımefendi "No pizza, pizza only sera (akşam), only pasta! diye şu altta gördüğünüz tahtayı patadanak masaya koyuyor. Bunun dışında, lokal bölgelerde masaya gelen ekmekler çok ilgimi çeker hep. Burada da böyle sertçe güzel br ekmek vardı, köy ekmeği kıvamında.

Bu noktada tüm Pescara'da dikkatimi çeken iki şey var:
İlki, daima su ister misiniz, evetse maden suyumu normal su mu diye 150 kere soruyorlar. Maden suyu da baya revaçta kısacası buralarda.

Diğeri ise siestanın allahı burada arkadaşlar. Akşam 7'den önce hemen her türlü dükkan uykuda. Mağazaların kapısında çok enteresan çalışma saatleri gördük ki, biraz aşağıda örneğini göreceksiniz. Lakin sabah mekanlar ne kadar boşsa, akşam da bir o kadar dolu oluyor, bizden söylemesi.

 

Zaten sadece makarna yapılıyorsa şu saatte, "yengeçli makarnayı" öneriyor hanımefendi, biz de tamam diyoruz. Bence makarna güzeldi ama yengeçin yenilmeyecek kadar sert bacakcıklarından başka sadece aroması vardı. Şarapları ise baya güzeldi. Bu mekanda 33 Euro civarı hesap ödüyoruz; ekmekten de ücret alıyorlar falan. Ya ben buraya tekrar gitmeyeceğimi çok mu belli ettim?


Veee şaraplar da içildiyse hemen kumsala! Resmen kalbim çarpıyor, mavi deniz görmeyi çok özledim. Böyle güzel bir meydanın arkasında upuzun bir kumsalı var Pescara'nın... 





Spiaggia di Pescara...



İnsanlar köpekleriyle yürüyüş yapıyor, kumlara uzanıp güneşin tadını çıkarırken yüksek sesli İtalyan ezgileriyle sohbet ediyor.



Kumsalın adı üstünde, kumu gerçekten mükemmel. Tertemiz, incecik kumuyla çok güzel bir kumsal burası. Yazın iddialı bir plaja dönüştüğü malum.


Deniz kabuklarını toplayıp anı çantasına atarken bu arkadaş da araya kaynıyor. İşte sayın okur, yengeçler hala kıyılarda yaşıyorsa, orası gidilesi bir memlekettir.


Sonra ayakkabılar fora, ayaklarımız ılık kumlarda terapi görüyor adeta. Sadece bedenin değil, ruhun da yorgunluğu çıkıp gidiveriyor parmak uçlarımızdan. Dalgaların sesi, başı sonu zor seçilen, kimsenin sizi tanımadığı bir kumsalda olmak... Bir de sol üstteki şu listeyi buldum kumun üzerinde, ne yazıyor bilmiyorum ama "Hayat!" dedirtiyor bana. Yaşam her yerde kendi üslubuyla devam ediyor; milyonlarca kültür içinde, dünya her yerde dönmeye devam ediyor...


Size bir şey diyeyim mi, nerede ne şartlarda yaşadığınızdan bağımsız, insan şu altta gördüğünüz olayı sadece yıllık izinlerinde yapmamalı. Yaşamak öyle bir şey olmamalı. Ne yapın edin, yeme içme gibi elzem olan şu alt fotoğraftaki fiili elde etmenin bir yolunu bulun...


Ya da en sevdiğiniz arkadaşınızla gelip birlikte susun, herkes kendi kitabını okurken güneş sırtınızı ısıtsın.





Geceye doğru bu restoranda yemek yiyip aşık olacağımızdan habersiz, kapısındaki limonları çekiyorum önce.


Saatler geçirdikten sonra kumsalda, öğlen yemeği arayışına başlıyoruz. Bu defa İtalyan gençlerin bolca takıldığı America Graffiti'deyiz, başta bahsettiğim Berardo'nun karşısına düşüyor diyebilirim konum olarak. Burada 30 Euro gibi bir hesap ödedik iki kişi için ki porsiyonlar dev gibiydi ve çok lezzetliydi. Bir de şu sağ üstteki bildiğimiz markaların başka ülkelerdeki ambalaj uyarlamaları çok hoş gelir hep bana. Ekmeklerse burada daha bir başka.


Aşağıdaki iki üst fotoğraf America Graffiti raflarından. Alttaki ise meşhur İtalyan dondurmalarından bir örnek; cidden tadı bambaşka ve bence en önemli özelliği daha erir halde servis edilmesi. Roma'da zaten acımadık. Her şey sizin için sayın okur.


Şimdi Pescara'nın arka sokaklarını keşfetme, bol bol yürüme vakti...




Bu da bahsettiğim siesta olayı, burada hemen her dükkan böyle:
08:30 - 12:30
14:30 - 18:30

Bu arada yanlış anlaşılmasın, sistem kaldırıyorsa -ki kaldırmalı- bence siesta olayı insan doğasına çok uygun ve şu hayatta var olan nadir insan yanlısı sistemlerden biri. Turistseniz çok hoş olmuyor belki ama, iki saat kestirmek veya sadece işten uzaklaşmak insan bedenine de zihnine de ilaç olsa gerek.


Yaşasın lokal manzaralar... 
Bakalım kimler kimler yaşıyormuş bu apartmanda? Hikayeleri neymiş, neleri sever, nelerden korkarlarmış? Hayalleri, hayat üzerine düşünceleri ne olaymış?


Bu kaktüsler elbet bana Sakız yazımı (Xios) hatırlattı...



Yolu Pescara'ya düşüp antika stil eşya seven olursa, şahane bir dükkan önerisidir.



Çok kez Selanik'in arka sokaklarına benzettik buraları; lakin bu sokak uzun balkonları, kapalı panjurlarıyla aynı bir Selanik sabahı.


Yine Selanik'ten özlem duyduğumuz ve Hollanda'da olmayan periptero, yani büfeler. Lakin Yunanistan'ın aksine burada sadece gazete benzeri ıvır zıvır satıyorlar. Öyle yiyecek içecek görmedik hiçbirinde.


Ve efendim, akşam oluur... Madem dedik bu şehir siesta ile yürüyor, biz de hazır baya yorulmuşken gidip 2 saat kestirdik. Havasındanmıdır nedir, on saat uyumuş gibi dinç kalkıp kendimizi Pescara'nın akşam sahiline attık. Ponte Del Mare, sırtınızı merkeze verdiğinizde sağa doğru uzun uzun yürümeniz sonucu karşınıza çıakcak Pescara limanı.

 

Deniz aşağıdaki kanal benzeri aralıktan geçerken, üst kısmına da modern tasarımıyla bir köprü yapmışlar. Hem görüntü, hem Kıyı boyu uzanan Akdeniz'in gece dalgalarının sesi pek şahane...


Pescara'nın futbol takımı meşhurmuş bu arada; şehirde bolca stad ve yerel takım ürünlerine dair mağazalar görmek mümkün.

 

Bu da dönerek giden köprüden merkeze bakış...

 

2007'de yapılmış diyor zannımca.

 

Veee günün yıldızı geliyor...
Akşam, sahil boyunca dizilen "Pizzerialar" boyunca yürüdükten sonra, neşeli İtalyan ezgilerinin yükseldiği, şıkça ama müthiş rahat bir mekan gibi görünen Marechiaro da Bruno'ya gidiyoruz. Bu ismi unutmayın sayın okur, Pescara'ya yolunuz düşerse akşamına buradasınız! Nedenine geleceğim şimdi...

 

Şimdi malum, İtalya deyince makarna, pizza, tiramisu çarpı üç şeklinde ilerliyor insan. Burada ilk İtalyan pizzalarımızı yedik ve lezzetten öldük. Özellikle ben şahsen favorim olan 4 peynirli pizzayı ağlayarak yedim resmen, bu nasıl bir lezzet ya? Tüm İtalya seyahatinde lafını tekrar tekrar açıp knuştuğumuz yer burasıydı desem yeri. Ardından dondurma ve espresso ayrı ayrı, onlar da eşsizdi. Takım elbiseli garsonları, yine pata küte ama çok kibarca anlaşılan kırık İngilizceli garsonları ile, tekrar tekrar gidebileceğimiz bir yer oldu burası. Üstelik hesap da gayet iyi geldi.

 

Şarap da şahaneydi. 
Kırmızı şişe 15 Euro idi ki Avrupa'da cidden çok iyi bir fiyat.
Bu arada yanımızda dünyayı ama gerçekten DÜNYAYI yiyen full filmden fırlama bir İtalyan karakteri oturuyordu; adam restoran ne yapıyorsa atlı kovalıyor gibi hepsinden yedi resmen. Tatlısını 12 saniyede falan bitirdi. Bu arada çok kişi yemeğinden sonra risotto benzeri bir pilav yedi bitirirken, öyle bir gelenek mi var diye düşündük ama kimse bize pilav vermedi valla. İstese miydik?


Şaraplar içildiyse, çöken karanlıkla beraber buz gibi olmuş kumlarda yalın ayak yürünür... Hayattan alınan zehir atılır, öze dönülür, gecenin içinde zar zor seçilen dalgalara kulak verilir... Tüm kumsalı adımladıktan sonra merkeze doğru dönülür, yerel tiyatro afişlerine merakla göz gezdirilir.


Derken efendim tazecik bir sabah oluyor Pescara'da. Panjurları da ne çok seviyorum...

 

Bu sabah da Pescara'yı keşfe çıkacağız, ardından Roma otobüsüne. Fakat ondan önce otelde kahvaltı zamanı. Blogda 150 kere yazdığım üzere, kahvaltı benim için hayati bir şey. Müthiş takığım. Çok özenirim, saatlerce masada oturabilirim. Gelin görün kiiii...

 

Bak böyle kahvaltı olmaz. Benim canım midem! Cidden olmaz. Şeker bombardımanı; haydi kültür falan da taze bir şey yoktu yani seçenekler arasında. Paso kukiis mukiis şekerli kruvasan bir şeyler. Bir yandan "Zaten bir ömür çay içtin git bir kahve al madem İtalya'dasın" baskıları, en azından sallama da olsa siyah çayım benimle.


Kahvaltılık bir şeyler yemek üzere Pescara sokalarına çıkıyoruz tekrar. Kilisenin çanı dolduruyor sokakları; bu görkemli mekanın ismi Scaturiranno Fonti Di Acqua Viva. Otogarın arkasından üst kısmını görebileceğiniz kadar yakın. Hemen içeri giriyor elbet, bakalım neler varmış...

 

Çok süslü olmayan, zarif, büyük bir kilise burası. 
Şu alt kısımda gördüğünüz camdan tabuttaki Mesih İsa canlandırması biraz ürpertmedi değil tabii, ilk kez böyle bir şey gördük. Ortodoks kiliselerinde bu kadar "modern" dizaynlar olmuyor zira. Bir de ibadet banklarında alt kısımdaki tahtayı ayak koyma yeri sandım ben, meğer diz çöküp diz dayanıyormuş. Sol kısımda bunun için o kısımları minderli yapmışlar hatta.

 

Ve pek klasik bir manzara... Kilisede neredeyse hep yaşlılar var.


Hatıramızı alıp tekrar yollara düşüyoruz. Gitme vakti yaklaşıyor.






Roma otobüsüne yarım saat kala, meydana çok yakın bu güzel tostçuyu buluyoruz. Toast Amore'de, dev gibi tostlar 4-5 Euro. Bir de aşağıdaki İtalyan işi ice tea çok güzeldi, yaşasın yerel ürünler! A bir de değineceğim diğer iki nokta:

1. İtalyanlarla çok benziyoruz, tip ve enerji olarak yani. Çoğuna rahat "Bu Türk." derdim. Genelde "wow ne bakımlı"dan ziyade relax'lar. Selanik'te kızlar falan daha bakımlıdır mesela, hemen göze çarpar. Burası fark edilir derecede daha cool cool'du böyle. Bir de acayip bir ergenimsi genç arkadaş popülasyonu var.

2. Türkiye'den tanıdık geldiği için pek sevimli bulduğum bir olay, Roma başka tabii ama Pescara'da bir mekana girince patır patır başlıyorlar İtalyanca bir şey söylemeye, sonra siz elinize kaldırıp "Sorry, English?" dediğiniz andaki 3 saniyelik kal gelme ve ardından iki parmakla göstererek utangaçça verilen "Little?" cevabı. Hiç mi sekmez ne cevap ne hareket, aşırı tatlılar!



Gitmeden önce otogar yakınındaki Pescara haritasına son bir bakış.


Hemen yanındaki zeytin ağacına son bir dokunuş.
Sokaklarında zeytin ağacı olan şehirler de yaşasın bu arada.


Ve Roma yazısında daha ayrıntılı bahsedeceğim Roma otobüsümüze varış...


*

Evet sayın okur, Pescara'da geçirdiğimiz kısa zaman işte böyle hislerle, lezzetlerle dolu geçti bizim için. Olur da yolu düşen, Türkçe kaynak arayan, İtalya'da alternatif kafa dinlemelik şehir arayan olursa diye buraya iliştiriyorum. Ayrıca, biz Roma'da bacaklarımıza kramplar girene dek yürüyeceğimizi bildiğimiz için Pescara'da pek koşturmadık. Bu yüzden size bir iki önerim daha olacak bu şehir için:

- Museo d'Arte Moderna Vittoria Colonna, yani Pescara Modern Sanat Müzesi, görülmeye değer yerlerden.

- Villa Urania Müzesi'ne gidebilirsiniz, merkeze çok yakın ve her yerde tabelaları var (diğer adıyla Museo Paparella Treccia Devlet).

- İtalyan şair d'Annunzio'nun doğduğu evin müzeleştirilmiş hali olan Museo Casa Natale di Gabriele d'Annunzio müzesini görebilirsiniz.

- Basilica della Madonna dei Sette Dolori Kilisesi de şehirdeki önemli mekanlardan.

- Şehir merkezinden uzaklaşmak ve yemyeşil bir parkta gezinmek isterseniz, şehir merkezinden birkaç kilometre uzaktaki Pineta Dannunziana'yı ziyaret edebilirsiniz.

*

Dilerim keyif alarak, az da olsa bizimle gezmiş gibi hissetmişsinizdir sayın okur. Gözleri bu satırlara dek gelen herkese teşekkür ederim, Roma'da görüşmek üzere...

Melis


Yorumlar

  1. Keyifli bir yazı olmuş. Gezmiş kadar oldum:) Bir de bol resimle anlatmanız güzel. Zaten eğlenceli bir yazı diliniz var. Roma' yı merakla bekliyorum. Selamlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fotoğrafları seçmek zor oldu biraz, fazla azaltmak istemedim. Çok sevindim beğenmenize, Roma'ya bugün başlayacağım bakalım. :) Selamlar...

      Sil
  2. Gerçekten böyle bloglar için çok teşekkürler... Pescaraya erasmus için gideceğim ve hep birşeyler okuyup araştırmak için uğraşıyorum..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten harika bir yazı olmuş ve dediğiniz gibi Pescara hakkında bulduğum tek Türkçe kaynak .Ellerinize sağlık.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar