Hollanda Günllükleri - 10

Kendime notlarla dolu bir günlük yazısına başlarken, 4,5 aydır Hollanda yeni evim.

Bu, şu ana dek yazdığım stildeki günlük yazılarının sonuncusu galiba. Zira pazartesi gününden itibaren, görünen o ki, hayatım ziyadesiyle değişiyor. Bakalım yeni düzeni nasıl oturtacağız güzelce. Ama önce birkaç ufak not alacağım günlüğe.

Geçenlerde bu güne dek eve giren en güzel çiçeklerden birini yerleştirdim masanın üzerine. Birkaç gündür de öyle güzel bir güneş var ki, bu çiçeklerin o sıcacık renkleriyle birleşince garip bir mutluluk geliyor insana. Üstelik "ısıtan güneş", genelde olduğu üzere buzzz gibi havada parlayan fresh güneşten değil. Kemiklerim ısındı desem doğru olur; sanırım yavaş yavaş bahar geliyor ve bu şahsıma mutlu olmak için oldukça yeterli bir sebep.




Üstelik birkaç gün sonra böyle güzel açacağını bilmediğim alttaki çiçeklerin bu haline tesadüfen gözüm takılınca öyle mutlu oldum ki. Doğa ve mucizeleri yine... Üstelik aşağıdaki tek dalda üç farklı aşamadaki aynı çiçekten var. Özellikle açınca çok zarif, çok narin oldu. Ne güzel şey.


Şimdi arkadaşlar, neden böyle şeyler yapıyorum bilmiyorum ama geçenlerde markette hazır çiğ köfte seti görüp aldım. Günlükleri takip edenler bilir, bu ara çiğ köfte ile yıldızımız ziyadesiyle uyduğu için kendisine en kolay ulaşabileceğim yolları arıyorum. Baya sol alttaki gibi eldivenine, salçasına kadar hazır bir paket çıkıyor içinden ve birkaç basit malzemeyi de siz ekleyip 15 dakika yoğuruyorsunuz. Sonuç pek süper değildi, çok acı ve koyu renkli bir çiğ köfte oldu bana göre, bizim hikaye yine hüsran yani. Önümüzdeki maçlara bakacağız artık.


Fotoğrafı zoom'layıp çektiğim için çok şahane değil ama, bu bizim mahalleden bir fotoğraf ve klasik bir Hollanda geleneğini temsil ediyor aslında. Hollandalılar bir kişi özellikle 50 yaşına vardığında böyle ekstrem süslemeler yapıyorlar evlerinin önüne, çoğu üzerinde "50" yazan kocaman bir şişme insan dikiyor bahçeye. Sokağa girdiğimde şu oturan adamı gördüğüm her ilk 2 saniye canlı sanıyorum o başka mevzu.


Bizde hafta sonları, özellikle pazar kahvaltıları önemlidir. Mutlaka "farklı" bir şey olsun isterim. Farklı derken ya simit, ya enteresan bir omlet, bir renk işte. Bu defa ne zamandır denemek istediğim cupcake omleti yaptım fırında. Hoş oldular, yazarım bloğa bence.

 

 Laf aramızda, bir kitap, dizi veya film çok ünlü olduysa izleyemiyorum. Kafam kendini kitliyor ve ününün geçmesini bekliyorum. Aslında oldukça saçma bir hareket, ne değişiyor halbuki lakin beyin işte. Geçenlerde Taboo isimli diziye başladım, ki kendisi eski zaman İngiltere'sinde geçtiği için dili de ona göre biraz. İstedim ki bir de yeni dönem dizisi bulayım ve karşıma uzun zamandır internette rastladığım This is Us çıktı. Derken başladım diziye ve üçüncü günde tüm bölümleri bitirdim; öyle gerçek ve sıcak ki hikayesi, bana çok iyi geldi. Her şey var, her his var. Üstelik Crazy Stupid Love'ın senaristi yazıyor, ki bayılıyorum! Tavsiyelerimle o yüzden.


Hollanda'nın "akbilinin" ismi OV-Chipkaart. 7,5 Euro karşılığında en kolay biçimde tren istasyonlarındaki gişelerden alabiliyorsunuz. Tıpkı İstanbul kart gibi "anonim kart" adıyla geçen isimsiz-fotoğrafsız versiyonu da var, fotoğraflı-kişisel hali de. Yine tıpkı İstanbul'daki gibi, kartınızı aylık doldurmak isterseniz kişisel karttan almanız gerekiyor. Benim de artık aylık karta ihtiyacım olacağı için, internetten sipariş verdik - çabucak bir selfie çekip yükledik. Kartın diğer tarafında fotoğrafım, doğum tarihim, kart numaraları falan var. 2 gün sonra eve postayla gelmişti bile; bu olayların kolaylığı çok güzel Hollanda'da. Böylece asla kaybetmemem gereken yeni bir kart daha eklenmiş oldu cüzdana. Haydi bakalım!


Uzun zamandır gördüğüm, gitmek istediğim bir İskandinav kafesi var Deventer'da. İsmi De Noorman. Geçenlerde hava öyle güzeldi ki, çarşıda biraz gezindikten sonra bir kahve içmeye gittim sonunda. Kafenin sahipleri Finlandiya'dan; bu yüzden lokal dekorasyonu, doğal ürünleri ile hazırladıkları şahane tatlılar, İskandinav tarifleri ve biiir sürü çeşit kahve ile çok sevdiğim bir yer oldu.


Bol bol düşünecek vaktim de oldu burada. Zaten geldiğimden beri daha fazla yaptığım bir şey yok herhalde. Bu günlük yazısının asıl bomba haberi, bu Pazartesi işe başlıyorum. Resmen ve fiilen, baya baya! Yine hayatta önemli bir değişiklik olacak ki, uzun zamandır dilediğim bir değişiklik. Sorumluluklarımı istenenden daha iyi yapmak için tüm neşemi koyacağım, güzel günler döneceğim bir dönem olacak, inanıyorum. Üstelik, alttaki kitapta dediği gibi: "Mevzu ne kadar iyi olduğun değil, ne kadar iyi olmak istediğin."


Eveet Melis efendi. 

Son zamanlarda her şeyi gereğinden fazla kontrol etmeye çalıştığımdan, olabilme ihtimallerine olmuş gibi peşinen üzüldüğüme kadar birçok başlıktan emin oldum, ki pek iyi huylar olduğu söylenemez. İnsan kendini kemirmemeli. Her şey, ama HER BİR ŞEY bizim için, insanlar için, senin benim için. Hastalıktan mutluluğa her şeyi yaşamak mümkün, olası. Bu yüzden akışına bırakma konusuna daha çok dikkat veriyorum artık. Hollanda olayı belli olduğu andan itibaren iş güç nasıl olacak diye fizik problemleri çözdüm aklımda. 

Geldim, mükemmelinden orta seviyesine bir sürü yerle görüştüm. 'Acaba' dediğim her şey oldu bir biçimde. Hayatın herkes için bir planı olduğuna ve gerçekleşen küçük olaylarla bir yere doğru çekildiğimize öyle inanıyorum ki. Bundan sonra sadece keyifle çalışmak, işimi çok iyi yapmak ve arkama yaslanıp hayatın, bu yolun nereye gittiğini, hangi güzelliğe varacağını izlemek istiyorum. Ben öyle kariyer manyağı biri değilim. Hatta ne bileyim şu an böyle bir yerlere manager olacağım falan gibi bir hayalim yok, bilmiyorum ileride olur mu ama şu an beni heyecanlandıran şeyler listesinde değil. O en güzel emeği hak eden şeylerin başka şeyler olduğunu düşünüyorum. Gelgelelim, 'evde oturduğum' 4,5 aydan sonra istediğimin bu olmadığını kesinlikle anladım. Benim bir şeyler yapmam lazım, bir biçimde aktif olmam, sevdiğim bir işin parçası olmam, bu gözlerin business challenges görmesi lazım. En azından birkaç yıl daha, yaşamak istediğim hayata iş hayatının dahil olması gerektiğini, bunu istediğimi düşünüyorum. Diğer yandan o iğrenç ayak kaydırma ilişkilerine ne tahammül edebiliyorum, -çok şükür ki- ne ayak uydurabiliyorum; o yüzden dilerim Hollanda'nın iş dünyasında çekişmeli olsa da doğru düzgün insanlarla karşılaşırım.

Gerçi, düşünüyorum da, zorla kötü ettiğiniz iyi insanların kötülüğü, sabit kötülerin kötülüğünden çok farklı olur. 'Kötüleşmemek' için çaba da harcasak, hayattan en az tozla çıkabilmek dileğiyle bakalım.

İlk bir ay training var ve saatlerim İstanbul'daki gibi olacak. İş Amsterdam'da olduğu için her şey güzel giderse yaza doğru taşınabiliriz belki, bakalım. Düşünceler yer çekimsiz biçimde aklımda uçuşurken, tek yapmak istediğim 20.02.17 tarihini yeni bir başlangıç ve başarı tarihi olarak kabul etmem ve önce kendim için elimden gelenin en güzelini yapmam yaşamda. Her bir saniye çok kıymetli, ve tek. Birkaç ay önce yazdığım bir yazıda kendime not bırakmışım, "Hayatın tozu üstüne bulansa dahi hayal ettiğin her şeyi yapabileceğini ve kendine inanmayı asla bırakma." diye. Gelecekteki yorgunlukları tahmin edip, geçmişten kendine güç vermek ne güzeldir, hep işe yarar. Zira seni bir sen anlarsın, geçmişten seni bilen-sana konuşan "kendi lafına" daha kolay inanırsın.

İşte böyle, daha önce hiç tecrübe etmediğim türden bir dönüşe vardık. Bu yüzden duygularımı, meraklarımı yazmak ekstra iyi geliyor bana. Bakalım aylar sonra bu yazıyı okuduğumda neler düşüneceğim? Göreceğiz.

Haaaydi bre Melocan, başlıyoruz!

*


Yorumlar

  1. Hadi bakalım hayırlı olsun ilk iş günün ve yeni edinimlerinin ve yeni hayallerinin ilk günü, umarım işini çok seversin :* Seviliyorsun

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar