Brüksel'de İkinci El Pazarı: Marolles Flea Market

İkinci el satış yapan yerleri, antika pazarlarını hep çok sevdim. Fakat bunun yanında eşyaların da enerjilerini aktardığına gönülden inanan biri olarak, aldıklarımı kullanma konusunda sıkıntı yaşıyorum. Örneğin, bir defa bir ceket almıştım ikinci el pazarından; çok temiz ve çok ucuzdu. 3 kere yıkadıktan sonra ceketi giyemeyeceğime karar verdim, ihtiyacı olan birine yolladım. Temiz de olsa, üstüme giydiğimde garip bir his kaplıyordu içimi, inanılmaz rahatsız hissediyordum. Derime işliyordu sanki kumaşındaki enerji, giyemedim hiç. Ama mesela, Belçika'dan bir bluz almıştım yine 50 cent'e (1 euro idi ama zorla indirim yaptırdım), mesela o belli ki hiç giyilmemiş - hani sıkı yapısından yeni olduğu anlaşılan bir bluzdu, onu giymede sıkıntı yaşamadım. Kim diyebilir şimdi, eşyaların enerjisi yoktur diye?

Bir şey almasam bile, ikinci el mağazalarını gezmek en büyük tutkularımdan biri. Hele ki vintage ürünler varsa, bunlar kimindi diye hayal etmeden, her şeye dokunmadan duramıyorum. İşte, biraz geç kalınmış bir yazı da olsa, yılın her günü açık olan bir ikinci el eşya pazarından bahsedeceğim size: Marolles Flea Market on Place du Jeu de Balle, Brüksel.

Güzel, dağınık, zarif Brüksel sokaklarından geçerek metroya biniyor, Porte de Hal istasyonunda iniyoruz. Biraz yürüdükten, devasa - yemyeşil bir parktan geçtikten sonra uzaktan pazarı görüyor Melerence'nin kartal gözleri.


Za za za zam! Nasıl bir kalp atması başlıyor sormayın, kendimi o eski tabakların içine atıp kulaç atmak istiyorum! Haydi koşun!


Giriyoruz pazara, hangi yana bakacağımı bilemiyorum. Burada insanın delirmesi pek muhtemel, hiçbir yerde bulamayacağınız - çok enteresan şeyler var dört bir yanda.



Burada bir giysici (?) var, ürünlerin çoğu eski moda, pek vintage. Yanımdaki askı normalde 5 Euro, bugünlük 1 Euro imiş. 1 Euro ya! Elimdeki eski gelinlik resmen 1 Euro! Bir tane üstü incili vardı, aşırı ağır bir kumaştı. Çok istedim almayı, ne yapacağımı bilmiyordum yani duvara asayım dursun en kötü. Ama yakın zamanda İstanbul'a gelecektim ve zaten over valizdim, "Ben daha çok vaktim varken geleceğim yine." diyerek kendimi kandırmayı başardım. Kısmet olursa cidden gideceğim ama.


Brüksel'de Fransızca ve Flemenkçe duyuluyor sokaklarda; ama genelde bir Fransızca hakimiyeti olduğu doğru. Irksal olarak yargılamak istemem ama, pazardaki çoğu satıcı Faslıydı ve gelen geçen kadınlara Fransızca laf atıp iğrenç biçimde dakikalarca peşlerinden bakıyorlardı. Müthiş rahatsız ediciydi, üstelik "kazıklama" meraklısı çoğu, dikkat edin diyelim.


Çok etkileyici... Ama asla alamazdım. Resmen anı, enerji, aidiyet saçıyor etrafa. Kim bilir kim bu çocuk, şimdi nerede, kimindi bu kolye... 


İspanya'dan bir esinti çarpıyor yüzümüze, bir Flamencosever fotoğrafını çekmek istiyorum, satıcı şansını deneyip "Fotoğraf 1 Euro!" diyor, "Hadi len." diyorum.


Bir diğer enerji kaynağı. Bazıları yırtılmış, eski mektuplar, zarflar... Sanki bunları satın alan hani böyle "lanetlenir" gibi geliyor bana; yani o anılara hakim olmak, ait olmadığın bir hikayeye zorla dahil olmak gibi. Bunlar ya yakılmalı ya da sahiplerine, veya sahiplerinin torunlarına geri verilmeli imkan olsa. 


Eskiyi bugüne getiren takıları, broşları çok seviyoruz. ♥


Pazarın çok küçük bir kısmı da olsa bu, gördüğünüz gibi, radar gibi taramalı gözleriniz tezgahları. Zira başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz birçok obje, dünü bugüne getirerek satın alınmayı bekliyor... Sadece gezmek için bile olsa, Brüksel'e yolu düşenlerin mutlaka gitmesini öneriyor, enerjilere dikkat diyorum. :)


*


Yorumlar

Popüler Yayınlar