Hollanda Günlükleri - 25

Merhaba :) 

Bloğa yazdığımda eski bir dostla karşılaşmış gibi hissediyorum hep. Zaman ve uygun mod buldukça yazmak beni çok mutlu ediyor eski dostlar. 

Bugün uzun zamandır yazmadığım Hollanda Günlükleri'ne bir yenisini eklemek istiyorum. Hollanda ama içinde bolca İzmir de olacak; son zamanları içeren bir rapor diyelim. Bir süredir günlük yazmadığım için geçen yıl sonbaharına değinerek başlayacağım.

 Geçtiğimiz sonbaharda yine yapraklarımız döküldü ve evimizin karşısındaki ağaçlar cılızca kaldı. Bu görüntü ilk başta enteresan gelip kendini izlettirse de, bir süre sonra hep o devasa, yapraklı, fışır fışır uçuşan ağaç gövdeleri görme hasreti basıyor; ta ki tekrar yeşerene  kadar. Hollanda'da kışın zor olduğu doğru; bolca gri gün ve bir cansızlık hakim oluyor. Yine de yazın, baharın veremediği ne alabilirim diye gözümü dikmeye gayret ediyorum bu dönemde de.

Misal, geçen kışta uzun zamandır görmediğim kadar güzel bir kar vardı birkaç gün.


Bir Hollanda klasiği; fakat bize yabancı bir durum ki göller tamamen dondu 5 senedir ilk kez sanırım. Tüm Hollandalılar sandıklarında sakladıkları buz patenlerini çıkarıp koşa koşa göllerde kaymaya gitti. Ben de ürke ürke (zira hangi gölün ne kadar donup donmadığını garanti eden kimse yok, bolca suya düşme kazası da yaşandı ülke çapında) göl üstünde yürüme deneyimini yaşamış oldum ilk kez.

Hep yanından geçip, seyrine doyarak yürüyüş yaptığım göl kenarında; bu defa suyun ortasından kıyıya bakmak ilk kez hissettiğim duyguları canlandırdı içimde. Bunlardan biri de garip bir tehlike alarmı duygusuydu tabii; beyin canım beyin. İzliyorum seni. :)

Sonra bahar gelmeye başladı... Bu bahar çok yağmurlu geçti; Mayıs ayında neredeyse her bir gün - sabahtan akşama kadar yağdı. İlk kez yağmurdan bu kadar bunaldığımı hatırlıyorum bu 5 yıldır. Zaten bu sene pek bir yaz da gelmedi ülkeye; her sene bekliyoruz piyango gibi "bu yıl yaz çıkacak mı bahtımıza" diye. Derken, oldukça gelgitli ve bir hayli depresif bir günde oturmaya karar verdiğim pankta böyle bir taş görmüş, yaşama gülümsemeyi anımsamıştım. "Yapma" demişti sanki tam o an karşıma çıkıp, "Uyan güzelim, aç gözlerini, düşünce dalgalarına kapılıp gitme."; duydum. Kendi üstümde hiç olmadığı kadar çalışmaya devam ettim.

Ve bahar... Canım manolyalar; her sene en çok beklediklerim... Tüm kış dondurulup, akabinde çözülüşümüzün simgesi, sokakların en güzel bahar süsü... Tam bir uyanış hikayesi. Bakması bile ayrı bir mutluluk oluyor Nisan-Mayıs civarı...


Nisan geldiğinde yaşam iyice hareketlenmeye başladı. Mayıs başında sancılı bir covid geçireceğimi bilmiyorken, güzel bir doğum günü sofrası hazırlamak bana pek iyi gelmişti. Berry makes you happy.


Biraz şarap, biraz lezzet, biraz sohbet ve aydınlık bir gün... Çocuksu hırslardan arındıktan sonra kalan asgari mutluluk tarifi olabilir.


Bir dönem cheesecake yapmaya takmıştım. Instagram'da tarifini de vermiştim sanırım. Doğum günü pastası olarak da çok iyi bir alternatif bence. Lezzetli, hafif, berry'li. :)


O sıralar Türkiye'deki günlük hayatımda rastlamadığım birçok bitki etrafta doğuyor, ben ise onları izleyip keşfetmekle zaman geçiriyordum. Bu kadar farklı bir coğrafyada yaşamanın güzel yanlarından biri de bu; doğa sürprizlerle dolu.




Ve sonunda Temmuz geldi çattı; İzmir'e vardım. Ailem Seferihisar'da yaşadığı için iki ay kadar Ege kıyılarında gezindim. Uzun bir yağış döneminin ardından çokça kendime geldiğim, kendime baktığım, hayatı dinlediğim, savaşları barışa çevirdiğim bir dönem oldu. Bir Seferihisar günlüğü de yazarım diye düşünüyorum.


Seferihisar öyle güzel bir konumda ki her yere çok yakınsınız Ege'de. Urla, Çeşme, Kuşadası, nispeten Ayvalık... Kaçırmadım, her birinden bir deniz rüzgarı estirdim saçlarıma elbet. Alt fotoğraf Hiç Urla'dandı. Yorumlarımı Melerence Instagram hesabında görebilirsiniz.


Çok okudum sonra. İzmir'e sene boyu seçip kargolattığım kitaplarım için çok heyecanlıydım ve bir ucundan başladım. Neredeyse sadece psikoloji, yaşam ve beyin üzerine okuyorum senelerdir. Bu kitaplara verilen isimlerin çoğu içeriği kaçırmamıza sebep olduğunu düşünüyorum bu arada; biraz sayfaları karıştırdıktan sonra her daim şans verin derim. Bu mesela, çok efektif ve tatlı dilli bir kitaptı. Çok faydalandım.

   
 Youtube Melerence kanalında görebileceğiniz gibi deniz kenarında kabak çiçeği kızartması yaptım, bende de böyle fanteziler var ne yaparsın? :D Nefis, biraz fazla rüzgarlı fakat keyifli bir gündü; ya bu renkler...

 
Etraftaki koyları keşfettik bol bol... "Olmadık saatlerde" deniz kenarına attık kendimizi. Tatil yeri olarak bilinen bir yerde ikamet etmek çok değişik bir his; deniz evin oluyor.
 

Seferihisar'dan çok Sığacık bilindiği için şöyle anlatabilirim ki, merkezden dolmuşa atlıyorsunuz, 3 lirayı "arkadan uzatıyorsunuz", 15 dakikaya Sığacık Kaleiçi'nde iniyorsunuz. Yapmayı en sevdiğim ritüellerden biriydi; zira Sığacık yolu püfür püfür esen, mandalina bahçeleriyle sarılı bir yol. O yoldaki esinti bana hep kendimi bir film sahnesinde hissettirir.
 

Pazar günleri gerçekleşen Sığacık pazarından klasik bir görüntü...

 
Günlerden bir gün Seferihisar'dan çıkıp Meryem Ana Evi'ne, oradan Şirince'ye, oradan Efes'e, oradan da Kuşadası'na geçtik. Evet, 40 derece havada ben de bu planın bir yerinde pes ederim diye düşünüyordum ama bu lokasyonlar birbirine o kadar yakın ve her biri öyle güzel ki, tamamlamayı başardım. :) Bunlara dair ayrı ayrı yazılar gelecek. Cunda'yı da ilk kez görme şansım oldu ve bir  film sahnesi gibi güzeldi; lakin telefonumdan o döneme kadarki her şey silindiği için Cunda'yı yazamayacağım. :) Yine de Instagram'da paylaştıklarım kayıtlı duruyor.
 

Ardından Hollanda'ya döndüm. Her tatil sonrası gerçekleşen kendini sorgulama ve depresyon dönemi bu defa olmadı; zira beni bekleyen çok güzel değişiklikler inşa etmiştim... Hayatımda bir şeyleri değiştirme zamanım gelmiş de geçiyordu. Bu yüzden uzun zamandır hayalim olan bir şeye adım attım.
Ve Amsterdam Üniversitesi'nde Persuasive Communication yüksek lisansına başladım. Tekrar öğrenci olmanın tadı hiçbir şeyde yok; okumak, öğrendiğin şeylerden keyif almak öyle güzel ki! Çok çalışmam gerekiyor ama keyfim iyi; kitapların içinde kaybolma hissini çok seviyorum. Başta çok zor gelen şeyler kolaylaştıkça beynim çalışıyor sanki, o duyguyu da çok seviyorum. Uzun zaman sonra tekrar kaptan koltuğuna oturma zamanı geldi sanırım. Let's do this!

 
 
Bir diğer güzel haber de yine Amsterdam Üniversitesi'nin Mindfulness eğitimine başlayacağım haftaya. Bu da uzun zamandır istediğim bir şeydi; bu alan dünyaya geliş sebeplerimle uyuşuyor diye hissediyorum. O yüzden daha fazla şey öğrenmeye can atıyorum bakalım.
 
Evet, şimdilik böyle. Program devam ettikçe bilgilendirme paylaşımları gelir sanıyorum; sizden ne haber? Yakında podcastlere de devam edeceğiz, zamanınıza sağlık.
 
Kendinize çok iyi bakın, 
Melis
 
 

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar