Bir Hollanda Hikayesi: Chapter 1

Bugün Hollanda'da üçüncü günüm. 

Sanırım tarihin en güneşli Hollanda havası var bugün... Biblo gibi evleriyle, yeşil, düz, bol kuş sesli, "piknik yeri" gibi bir ülke. İnsanlar için hep soğuk derlerdi; ama bence tam yerinde. Ne gereksiz bir samimiyet var, ne de somurtan bir halleri. Halkı oldukça sevdim şu ana dek... Bundan sonra çok "Hollandalı post" ve gerçekten "acayip şeyler" anlatacağım; ama önce en başa gidelim.

07:55 Amsterdam uçağı için sabahın kör vaktinde yollara düştük.



Kontrol, pasaport derken hiç "biplemeden" çabucak iç kısma geçtim; gün yeni yeni ağarıyordu... (Not: Bu bir Akbank reklamı değildir.)




Daha önce Türkiye içinde uçağa binmiştim; fakat en uzun yolculuğum 1,5 saat civarıydı. Bu defa 3,5 saate yakın havada olmak garip geliyordu; ama güzel geçti pek şükür. :) Yol uzun...



Uçak artık hızlanacağı yola girince ve pilot "gaza basınca", insanı koltuğa yapıştıran o hız ile yerden ayrıldı uçak. Gri legolar; İstanbul tepeden bir garip...





Uçak önce 2000 metre yükseliğindeydi, ardından alttaki fotoğrafta 11.000 metreye çıktı ve tam gördüğünüz gibi cennetvari bir manzara uzun süre pencerede kaldı.



Sabah uçuşu olduğu için kahvaltı verildi sonra; yanımdaki Çinli'nin arkasında atlı var gibi aceleyle yemesi, öyle ki bir ara çatalın elinden fırlaması, ağzından gelen şıp şıp sesleri, en son da ayakkabılarını çıkarıp başı yana düşe düşe uyuması dışında başka garip bir şey yoktu.



Bir de böyle bir şey gördüm havada. Uçak izi desen değil, çarpı şeklinde çok net siyah bulut çizgileri... İlginçti.



Ve artık Amsterdam'ın üstündeyiz; yeşil, düz ve sulu.



Aslında daha önce izlemiştim; ama çok güldüğüm için Crazy, Stupid, Love'ı tekrar izledim uçakta; böylece zaman biraz daha çabuk geçti. Uçak Amsterdam'a indikten sonra çok gezdi durana dek; fakat Schiphol Havalimanı'na varınca deriin bir nefes aldım.



Oldukça büyük bir havalimanı... Uçaktan inince aniden herkes "sarılaştı" etrafta ve bol -ghh sesi veren bir dil duyulmaya başladı.





Ardından havalimanından ayrılarak benim şehrime, Ede'ye geçtim. Nispeten küçük bir şehir; ama bence her şey var ve çok yeterli. Çok fazla bisiklet var ve bütün evler güzel. Sadece İstanbul'dan sonra bu kadar "az katlı" ev görmek garip geldi, aslında çok şey garip geldi de, hani "iyi garip". Çook huzurlu bir yer burası, özellikle benim kaldığım Nieuwe Kazernelaan'ı Tanrı benim için yaratmış olabilir. :)









Şu ana dek iki Yunan, üç Türk restoranı tespit ettim. :) Alttaki Kreta Greek'de bir şeyler de yedim; içerisi çok güzeldi, ayrıca yazacağım onu da.




Pencereyi açınca tek duyulan şey sessizliğin uğultusu, kuş sesleri ve bisikletlerin pedal sesi.

Odamın penceresinden... 



Bu arkadaş da mutfağın vazgeçilmez elemanı. :) Sürekli camın önünde, arada bir kendini cama sevdiriyor, sürüne sürüne bir o yana bir yana geziyor. Ama çayımda gözü varsa işler değişir. :)


*

Gerçekten üç günde çok fazla şey biriktirdim ve çok enteresan şeyler yaşadım; kültür oldukça farklı burada, o yüzden devamlı gülüyorum bir şeylere. :) Velhasıl, takipte kalınız, yeniler geliyor. :)


Yorumlar

  1. Çok eğlendim, yaşadım resmen... Ne mutlu hayal gibi sokaklar, ne mutlu bu sokakların kıymetini doya doya yaşayabilecek farkındalığa sahip olman melikom!.. İyi eğlenceler sabırsızlıkla bekliyorum bir sonrakini..!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katioshkaa! Çok teşekkür ederim, çok sevindim beğendiğine. Artık peş peşe gelecek postlar kısmet ise. Stay tuned! :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar