Hollanda Günlükleri - 19

Merhaba sevgili okur,

Bu günlükleri yazmayı çok seviyorum. Bazen geri dönüp bakmayı, okumayı, anımsamayı, ne var ne yok şöyle bir toparlamayı da öyle... Özellikle bu günlük serisi için gelen yorumlardan sizlerin de sevdiğinizi anlıyor, bu nedenle yazarken daha bir keyif alıyorum. Her ne kadar 19. Hollanda günlüğü de olsa bu, içerisinde bolca Yunanistan ve biraz İstanbul da bulacaksınız zira ufak bir tatile gidip geldik. Bana keyifli kaydetmeler, size keyifli okumalar olsun.


Kasım itibariyle soğuklar başladı Hollanda'da. Yalnız uzun zamandır yağmur yağmadı ve etraftaki göletlerdeki sular iyiden iyiye çekildi, birçoğunda hiç su kalmadı ve gölün dibi görünür oldu. 

Aşağıda son zamanlarda nadir güzel yağmur yağan bir günden bir fotoğraf var... Son zamanlarda sardığım rezene çayım ile, perdeleri açıp yağmura karşı oturmak, yere düşen damlaları izlemek en sevdiklerimden. O yağmurla birlikte ruhumun yorgunluğu da akıyor sanki izledikçe. Hollandaca'da bu tarz sıcacık anlara "gezellig" anlar diyorlar ve tam olarak çevirisi olmamasıyla övünüp duruyorlar. :) Cosy, friendly, tatlış ponçik şeyler ve anlar için kullanılıyor diyebilirim. Bence bu an da oldukça gezellig idi.




Son günlükte bahsetmiştim, taşındık ve nihayet yerleştik. Yeni mahallemi çok ama çok sevdim; sakin, bol ağaçlı, karakteristik evleriyle yollarında yürümesi çok keyifli.


Bu sevimli arkadaş ile çocuk taşıyorlar. :) 


Son zamanların favorisi, soğan turşusu. Turşu dediğime bakmayın, 1 günde hazır oluyor ve leziz bir şey. Şurada bu tarifi Yunanca anlattım ama tarife Türkçe altyazı ekledim. Ayrıca Melerence instagram sayfasında Türkçe olarak da paylaşmıştım birkaç fotoğraf önce.


Geçenlerde Den Haag yani Lahey şehrine, okyanus kıyısına gittik. Çok güzel bir gündü, martı sesleri hala kulağımda. Aslında Yunanistan Konsolosluğu'nda kağıt işlerimiz vardı ama gitmişken deniz kenarına gitmeyi es geçemezdim malum. O günü de fotoğraflarıyla yazacağım. Altta balık halinin yanında sadece balık çeşitleri/salataları vesaire yapan bir restorandan görüntüler var. Çok enteresan bir deneyimdi bu da, Den Haag yazısında bahsedeyim.



Böyle bir de salata almıştık. Balıksa balık, bizim kültürümüzde de var; fakat bazı şeyleri öyle farklı yapıyorlar ki bir tiyatro içinde yaşar gibi oluyorsunuz bazı anları. Hollanda'da yaşamanın en sevdiğim yanlarından biri bu sanırım.


Derken gün geldi ve Selanik'e geçtik önce. Yunanistan'daki günler için tek bir cümle söyleyebilirim: "Yalnız çok iyi yedim." Hollanda'da bulamadığım özlediğim ne varsa yedik de yedik, tabii ki pişman değilim. :)) En çok da Savvikos'ta aldık soluğu, ah şu yemeklerin canım Ellada, bir başka.



Bu arada Selanik'teki günlerden bir VLOG yani yaşam günlüğü çektim Youtube kanalına. Buraya tıklayarak izleyebilirsiniz. Aşağıda ise Selanik'ten sonra geçtiğimiz Paros Adası'nda kaldığım ada evi ver. Masalımsı bir şey değil mi? :)


Girişi de böyleydi, evin içini gösteren bir çalışma ayrıca gelecek. Minicik, tam bir Kiklad evi; önündeki mangalı da hunharca kullanmış olabiliriz. :)



Yedik demiştim. 


Resmen ve fiilen, Ekim başında mis gibi denize girdik. Burası Hrisi Akti Plajı, adanın en iyi plajlarından biri.


Baya baya çakma summer :))



Sonra çok özlediğim, çocukluğumun en sevdiğim yanı, balık tutmaya gittik Punda Limanı'na. Arkada görebileceğiniz gibi deniz çok dalgalıydı ama bekleyemedim. :)


İnstagram'daki bilirkişi takipçilerimin yardımıyla öğrendim ki, soldaki renkleriyle büyüleyen arkadaş gün balığıymış. 


Sonra karşı adaya, Antiparos'a geçtik. E yine yedik. Ah Hollanda her şeyin suçlusu sensin. :)) Youtube kanalında bu sofralar falan heep var, Melerence yazdınız mı, orada da hizmetinizdeyiz. :p



Antiparos'a veda zamanı...
Ne masalsı bir akşamdı.


Hem yazı hem vlog olarak gelecek ki, Paros'ta günlüğü 22-23 Euro'ya kiraladığımız araçla adayı alt üst ettik ve haritada nereyi merak ettiysek oraya sürdük, cennet köşeler bulduk...


Tepelere çıktık, Ege'ye yukarılardan baktık, tekrar tekrar hayran kaldık...


Ada yollarından, mis gibi adaçayı topladık. :)



Sonra Atina'ya uçtuk, oradan da geri Selanik'e...


Galaktoboureko, laz böreğine benzeyen, kremalı klasik bir Yunan lezzeti.


Selanik'te şu ikisine fena sardım; bir bu acılı ahtapot.



İki, anthotiro peyniri. 
Peynirin sevmediğim çeşidi yok gibi bir şey gerçi.


Ardından Selanik'e yarım saat gibi bir uzaklıktaki Perea'ya gittik. Burada leziz bir yemek yedik, bölgenin favorilerinden. Yine bir video var kanalda buradaki sofraya dair.



Selanik'ten sonra İstanbul'a geçtik. Bu defa biraz daha uzun kaldım ailemle; burada da bol bol yedim içtim ayıptır söylemesi. :D Hollanda gibi memleketlerde yaşayanlar anlayacaktır beni, en sevdiğim aktivite pazar gezip taze sebze meyve seçmekti. Sonra çocukluğumuzda dedemin duvara yansıtıp bizlere gösterdiği eski fotoğraflar ve slayt makinesi çıktı ortaya, anıları tazeledik. Hatta tam burada bir yazı yazmışım 2015'te.


Hollanda'da bir künefeci bir de ocakbaşımız var neredeyse Türkiye'deki gibi lezzetli olan; ama birçok diğer şey (misal çiğköfte) alakasız ve baya kötü. O nedenle özlenen ne varsa güzel demli bir çay eşliğinde aradan çıkarttık bir süreliğine daha. Valla "ne yicem listesi" yaptım gitmeden, o yüzden bu konu uadı biraz, neyse. :))



Sonra günler tıkır tıkır geçti, geldik Hollanda'ya geri. Döndükten sonra havalar soğumaya başladı her geçen gün. Yapraklar da hızla sararıp dökülmeye devam etti, Hollanda'nın güzel sonbaharında.



Birkaç gün sonra şu an Budapeşte'de yaşayan, üniversiteden arkadaşım Busem geldi. 2014'te Erasmus yaptığım Ede şehrinde çok hoş bir mekan vardı ormanın içinde, oraya gittik tekrar. (2014 yazısı için buraya klik)


70'li yaşlarda bir çiftin işlettiği, bana hep bir film sahnesi gibi gelen bu mekanda, soğuktan iyice üşümüşken sıcacık bir şeyler içmek de pek iyi geldi. Yaşamda bazı "anlar" çok güzel...



Bu da o mekandan yine. :)) Cüce desem değil, Noel Baba desem hiç değil.



Bazı bebişler kalp ben.


Sonra Hollanda klasiğimiz olan orman gezisi yaptık biraz. Önce benzinlikçinin yanındaki dükkandan mis gibi kahveler alınır, üşüye üşüye oksijen ciğerlere çekilir. Özellikle sonbaharın ortasındaysanız, en güzel şeylerden biri bu orman yürüyüşleri...



Sonra sevdiğim bey, ben ve Busem'le özlenen tatlar akşamı yaptık. :) Bir de Budapeşte malum Hollanda kadar Türk yerleri olmadığı için, e ben de yeni Türkiye'den döndüğüm için bağğzı ganimetlerle, masada güzel bir sinerji oldu böyle. :p Çok uzun yıllardır yapmadığım tavaad fındık kavurma yaptık, fındıklarım da Ordu'dan, o koku falan garip bir mutluluk veriyor insana... Çay zaten devamlı, everywhere beybi.


Sonra Busem gitti, ben tatilin bittiğini vee artık döndüğümü kabullendim. Yaşamın her anından keyif almaya gayret ederek, sık sık yürüyüşlere çıkıyorum doğada. Bu güzelliği de geçenlerde gördüm ve hayran kaldım. Şu renge bakın...



Artık iyiden iyiye emin oldum ki, insan ürettikçe yaşıyor. Hayali, gayesi olmayan, aynı rutinde kaybolan insan bir bakıyor ki 5 sene geçmiş ve akılda hiçbir şey kalmamış. O yüzden üreten, hayal eden, yeni şeyler peşinde koşan, eskileri geliştirmeyi önemseyen insan, "yaşamış" oluyor... Bir de tabii, elindeki her şey için şükür duygusunu taşımak, insanı çok dinginleştiriyor. Mesela ara ara pencereme gelen şu misafirleri görebilmem dahi(!), bol şükrü hakediyor.



İşte böyle sayın okur; bir sonraki günlük yazısı yakında buralarda olacak. Sizden ne haber, nasılsınız? Dilerim her düşündüğünüze inanmıyor ve mutlu olmayı seçiyorsunuzdur sıkça. 

Sevgiler benden,
Melis


Yorumlar

  1. Seninle gezdim şehir şehir... Misal o yağmurun kokusu şu an burnumda

    YanıtlaSil
  2. Üretmek, hayal etmek ve vesileyle yaşamak kısmına yürekten katılıyorum. Dediğim gibi özlemişim böylesi yazılarını ;)

    YanıtlaSil
  3. YouTube kanalinizda keşfettim sizi. Oradaki müthiş anlatım ve diksiyonunuza burada harikulade bir kalem isciligi eklemissiniz. Ayak izlerinizi takip eden birisi olarak bir yerde yollarımız kesisebilir diye dusunuyorum...
    Bu arada Hollanda ile ilgili daha çok vlog yayinlarsaniz sevinirim.
    Selamlar..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar