İzmir Günlükleri - 1

Ah ne güzel başlık...

Melerence'nin eski okurları aşinadır ki, çok küçük yaştan beri, en büyük hayallerimden biri İzmir'e geri dönmekti. Çocukluğumun bir kısmı Çeşme'nin yerlisi gibi geçmiş, en güzel günlerim o zaman pek de ünlü olmayan bu mavi kasabada şekillenmişti. Kuzenlerim, akrabalar, herkesin bir arada olduğu dönemlerdi. Bunun da etkisi vardır ki içimde hep o huzura dönüş arzusunu taşıyarak büyüdüm. Mümkünse şehir içinde değil de, daha sakin ve denize daha yakın bir yer olması idi gönlümden geçen... Tutku derecesinde istiyordum bunu, İzmir'de okumak istedim hatta fakat biraz şekilde İstanbul Üniversitesi oldu ve İstanbul'da kaldım.

Sonra Hollanda'ya taşındım; 3 sene sonra tüm şartlar aynı yerde buluştu ve zamanı geldi... Ailem Seferihisar'a yerleşti. Artık usul usul buralı olma duygusunu keyifle tadarken, bir yandan da neden daha erken olmadı diye hayıflanmıyor değilim. İçimdeki o garip "tamamlanma" duygusunu nasıl betimleyebilirim bilmiyorum, her şey şimdi tamammış gibi, sokakta yürürken bile attığım adımın güzelliğine bakıp "ne güzel yürünüyor buralarda da bee" diye gevrek gevrek gülerken buluyorum kendimi.

Her ne kadar ben Hollanda'da yaşasam da, artık Amsterdam - Adnan Menderes bileti alıyor olmak bile benim hayatımdaki büyük mutluluklardan biri oldu. Çok çok şükrediyorum her bir ayrıntı için...

Bir haftadır İzmir'deyim şimdi ve günler o kadar dolu dolu, o kadar masmavi geçiyor ki benim için, bir İzmir günlüğü yazarak bu mutlulukları kayıt altına almak istedim. Devamı tıpkı Hollanda Günlükleri serisi gibi gelecek o yüzden... Ekseriyetle Seferihisar göreceğiniz bu seride, İzmir'e geldikçe yaptığım hissettiğim hemen her şeyi not alma, paylaşma gayesindeyim. Zamanla nasıl Seferihisarlılaştığımı da izlemek mümkün. :) Ah ne keyifli hayat, yaşamayı bilince... Dikiyorum gözümü her bir ana, umarım size de geçer bu güzel enerji. Hadi gelin Hollanda'dan başlatalım bu hikayeyi...

Öncelikle malum gündem sebebiyle normalden daha farklı bir prosedür vardı uçuş öncesi ve süresince. Ayrıca bu defa ilk kez Rotterdam Havalimanı'nden uçtum. Eindhoven'a çok benzeyen, birkaç kapının olduğu ufak bir havaalanıydı.


Hollanda - İzmir uçuşları genelde Sun Express ile oluyor fakat bu defa Corendon Airlines ile geldim. Uçuş boyunca -havalimanından başlayarak- maske takmak oldukça zorlayıcıydı. Fakat gerekli önlemlerin alınmış olması güzeldi.


Uçak alçalıp parıl parıl bir İzmir göründüğünde, saat akşam 22:30 civarıydı. Pilot havanın 30 derece olduğunu anons ettiğinde kendi kendime güldüm; zira Hollanda'da sabahları 25 olduğunda çok sıcak diyoruz. Burada ise gece 30'du. Bünye gerçekten alışıyor ve buradaki hayata göre boyut değiştirmem birkaç günümü alıyor.


Bu sürece yardımcı olmak için elbette kendime iyi davrandım... :)) Boyoz severim ama en çok özlediğim için hemen ilk sabah fırına koştum. Biberler bahçeden; her şeyin tadı başka sanki. Türkiye'de yaşayan insanlar da kendince şikayet ediyor tarımdan biliyorum fakat gerçekten biz plastik yiyormuşuz gibi geliyor Hollanda'da. Hep sera ürünü.


Geldiğimden beri insanlarla fazla temasta olmamaya çalışıyorum. Gittiğim en kalabalık yer ertesi gün olan Seferihisar merkez pazarıydı fakat hem herkes maske kullanıyor, hem de mesafe kuralına özen gösteriyordu. Baş döndüren pazarımız ayrı bir yazıyı hakediyor. :)


Hollanda'ya gelme kararını çok ani verip 2 gün sonraya bilet aldım. Bundan birkaç gün önce annem pazarda kabak çiçekleri çıkmış diyince içim gitmişti, ama çok şükür ki yetiştim. :) Ne mi yaptım bu güzellikle? Dolma değil, onu da başka bir yazıda paylaşayım bugün yarın. :) Bekleyemem diyenler Melerence Instagram hesabına uğrayabilir. :)


Seferihisar tarafını tanımak isteyenler bu seriden yararlanacaktır sanıyorum. Akarca tarafında, tesis olmayan bir plaja gittiğimizde deniz oldukça rüzgarlıydı. Beach clublara saçma fiyatlar ödemeyi sevmiyorum ama böyle bağımsız alanlar da yosundan temizlenmediği için bazen can sıkıcı olabiliyor. Rüzgardan olsa gerek su bulanıktı ve neredeyse üşüten bir esinti vardı. O yüzden burada sohbet edip mısır yemekle yetinip, deniz rüzgarını içimize çektikten sonra eve döndük.


Hollanda'daki yorucu düzenimden nefes almak için yapabileceğim en iyi şeydi buraya gelmek... En sevdiğim, en ruhu doyuran ise Sığacık'tan deniz kokusu getiren akşam esintileri eşliğinde, mis gibi demli çayı yudumlamak balkonda...


Ardından babaanneme gittik bir gün. Kendisi Bornova Çiçekliköylü, orada yaşıyor. Tek katlı bir evi, meyve ağaçları ve bahçe tavanını sarmış koruklarıyla dolu bir bahçesi var. Bahçeden elma toplayın sermiş güneşin altına, bir poşet aldım mis gibi katkısız. Ondan başka mercanköşk ister misin dedi, soruya bak dedim! Şimdi balkonda kurutuyorum, bayılırım adına da aromasına da...


Genelde akşam hava serinlediğinde Sığacık'a veya Seferihisar çarşısına iniyorum. Alt kata Çeşmeli bir aile taşındı ve "Burası Çeşme'nin bozulmamış hali gibi." demişler bir defa, yürürken ne demek istediğini anlıyorum sanırım... Seferihisar'da müthiş bir yeniden yapılanma var, her yer inşaat; fakat arada eski stil evler de dolu. Özellikle panjurları incelemekten çok keyif alıyorum. Sokaklar, bahçeler zeytinağacı ve begonvillerle dolu. Ne enteresandır ki artık anı fotoğraflarımız böyle. :)


Bu bölgenin eski, Yunanca ismi Teos. Zaten Teos Marina, Teos emlaklar, Teos isimli dükkanlar, bir dolu... Burası da çoğunlukla peynir ve geleneksel gıdalar satan Teos isimli bir dükkan çarşıda. Hatta iki tane var bir sokak arayla. Ben Hollanda'da yaşayan biri olarak ezine görünce fotoğrafını çekmeden duramıyorum. :) En çok özlediğim!


Seferihisar merkezden Sığacık 5-10 dakika... Geçenlerde tek başıma limana indim, Teos Lodge isimli mekanda güneşi batırdım, bol bol yazdım. Şu sıralar mekan tespiti yapıyorum malum. :)


Özlediğim suları bulduğum, Yunanistan denizine de çok benzeyen Akkum şu ana kadarki favorilerimden. Az ileride sanırım halk plajı olan bir "Akkum Plajı" var; burası oldukça kalabalıktı ve su da bir garipti. Biraz yürüyüp ücretli bir plaj olan Akkum Beach'e geldik ve suyu eğilip öpesim geldi. :)) Kristal bir güzellik, sabah 9 gibi en önden - suyun dibinden bir şezlong, nefisti. Birer içecek dahil şekilde hafta içi 50, hafta sonu 60 lira girişi. Her gün gidilmez ama gerçekten değdi gittiğimize; kalabalık arttıkça denizde bir garipleşti sanki, berraklığı azaldı gibi oldu ve usul usul kaçtık.


Seferihisar'ın en geleneksel lezzetlerinden armola peyniri; herkesçe çok sevilen, zeytinyağı ve/veya baharatlarla genelde kahvaltıda yenen yoğurt eklenmiş bir peynir denebilir. Bana göre baya tuzlu ama sevmemek elde değil, ilk kez Teos'tan almıştım.


Ardından bu civarda birçok şubesi olan, Instagram'dan buralı bir hanımefendinin önerdiği Zeybekoğlu'ndan aldım. Tuzluluğu baki kaldı. :) Ama tabii ki ailenizin Melerence'si geleneksel gördü mü affetmiyor.


Sanırım kanala videosu da gelecek olan deniz fasulyesinden leziz bir tabak yaptım geçenlerde. Yani benim marifetimden dolayı değil, otun kendisi çok lezzetli ve yapısı tam benim sevdiğim gibi. Üstelik deniz börülcesi gibi ayıklamak da gerekmiyor. Ah çok güzeldi, hazır pazar da geliyorken yine alayım bu hafta.


Sabahlar genelde 33-35 derece civarı... Saçları toplamadan yaşamak zor. :) Akşam 6'dan sonra hafif esinti başlıyor normalde, biraz daha dışarı çıkılabilir oluyor. Aynı şeyi defalarca yaşadığım halde yine bu kadar sıcak havanın giymeyi bırak koluma değdirmeme müsaade dahi etmediği kıyafetler de almışım yanıma. Onlar valizde kaldı malum.


Halamın kızı Diloş Çeşme'de yaşıyor, ne mutlu ki geçen geldi bir kahvaltı yapıp Urla'ya geçtik. Meşhur Sanat Sokağı'nda şöyle bir gezinip deniz kenarına indik zira es-mi-yor-du. :)


Yine ayrı bir yazı ile paylaşacağım Denizaltı isimli yerde oturduk. Ben etsiz bir kumru aldım, nasıl özlemişim... Deniz dibimizde, dalgalarını bir gönderir bir çekerken, biz saatlerce sohbet ettik, güldük, daldık, tazelendik. Çok ama çok iyi geldi.


Bu güzellik Sığacık Kale İçi'nden...


Bir tabelaya ne kadar anlam yüklenmezse, her geçişimde iki katını yüklediğim arkadaşlar... :)


Altı üstü bakkala gideyim demişken, bu ne güzellik...


İnsanların bahçelerinden zeytinler taşıyor... Bu hafta ben de bir fideciye gidip, evin bahçesine bir ağaç ekmek istiyorum. Begonvil olur, zeytin olur... Seneler sonra bunu ben ekmiştim diyeyim.


Derken efendim, ilk serinin sonuna geldik... Bu akşam yemeği yaz domatesi, bahçe biberi ve armola peynirinden oluştu. Arkada da balkonda serili, güneşte usul usul kuruyan mercanköşkler...


*

Ne mutlu her şeye; görüyorum sizi, her ana gözümü dikerek yaşamaya, farkında olmaya, farkında kalmaya seve seve çok çabalıyorum. Akışına bıraktım canım Ege, iyi ki buradayım...

Sevgi ve selam ile,
Melis


Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar