Şu Sıralar 'Yaşamak'

Orada mısın hala?

Çoğu zaman betimleme yeteneğimi kuvvetli bulurum yazarken. Ama şu sıralar aklımda, ruhumda gezinen düşünceler hiç ayak izi bırakmadan kayboluveriyor sanki. Duyuyorum, kuvvetle hissediyorum; lakin tam betimleyecek, uygun kelimeleri seçecekken tuzla buz oluyorlar.


Kuzey Avrupa'nın bir ucunda, şu yaşıma dek tanıdığım insanların yüzde doksan dokuzunun adresimi bilmediği bir köşede, yatağıma sırtımı yaslamış oturuyorum. Hemen yanımda yerden tavana dek pek sevdiğim pencereler; perdeler açık. Deli bir yağmur yağıyor, pencereyi hafiften açık bıraktım ki toprağın kokusu odaya dolsun, eh, biraz da üşütüyor ama olsun... Bir kupa da rezene yaptım, onun odaya dolan rüzgarın kuvvetiyle arada bir burnuma doğru eğilen kokusunu da unutmayalım.

Son zamanlarda o "eski Melis'e" dair çok düşünüyorum. Fakat bir arkadaşımla konuşurken fark ettim ki, o eski Melis ya kronik öğrenci - ya da yeni yeni çalışan, deli-kanlı bir kızdı. Şimdiki Melis ise çok farklı. Hayatın çok başka yerinde. Genelde mutlu da olsa bir yaşam mücadelesi içinde. Bazen ancak uzaylılarla ortak noktamız olduğu kadar tanıdık olan bir halkın ülkesinde yaşıyor bir kere; var arkadaşları, çok da tatlı insanlar şansına, ama uzaklar genelde. Bir de insan başka ülkede biraz garip bir kafada oluyor. İstanbul'daki arkadaşlıklarımdan ziyade herkes aile, yaşam derdinde olunca farklı bir frekans oluyor elbette, üniversite arkadaşlığı gibi değil artık bir yaştan sonra. İstanbul'da ise yıllarca beraber neler neler paylaştığım üniversite arkadaşlarımın yanında, 19-20 yaşındaki Melis'i tanıyan ve beraber büyüdüğüm insanlarla olmak başka bir şey. Bana zaman zaman unutmaya başladığım ben'i hatırlatıyor onlar, ve bu çok kıymetli.

2015'te mezuniyetten sonra yazdığım bir yazıda şöyle söylemişim:

"Şimdi ise iş hayatı başlıyor, Sultanahmet'ten Sirkeci'ye uzanan tatlı-ağır yürüyüşler sadece hafta sonu olacak belki. Dostlardan başka şehirlere gidenler zor görülecek, çok şey tepetaklak değişecek, hepimizi sarsacak hayat iliklerimize kadar."

Zaman gerçekten terbiyesizce hızlı geçiyor. :) Neredeyse 4 sene tek başıma tarihi yarım adayı adımladım, her bir köşede yazdım, müzekartı hunharca kullanarak Ayasofya'daki hep aynı mermere oturup yazdım, Sirkeci'yi adım adım yaşadım, tren garında oturdum yazdım, eski bir Osmanlı tatlıcısında oturdum tek tek kartlarımı, mektuplarımı yazıp tarihi postaneden gönderdim, garip bir hafiflikte merdivenlerinden seke seke inerken mutluluğu tekrar yüzümde hissettim, ben İstanbul'u  okurken pek güzel yaşadım.

Gel gör ki ne İstanbul, ne insanlar bıraktığın gibi kalmıyor. Ne de sen tabii... 20 yaşından sonra hayat, beklentiler, ihtiyaçlar ne çok değişiyor. Bu ilk dönemeçtir tahminim, daha kim bilir kaç tanesi daha var sırada, hangi yaşlarda? Veya hangi olaylarla...

İnsanın kendine sık sık "ne istediğini" sorması gerek zannımca. Rutinlerin zehirleyici hafifliğinde huzuru buldum sanıp boğuluveriyor insan sonra, kulaç atmayı bırakmamak lazım... 

İçimden gelen şey kendime çok iyi bakmak. Vücuduma, zihnime, ruhuma... Herkes gidiyor da bana bir ben kalıyorum sanki. Kendimle iyi olmam öyle önemli ki. Kendimden memnun olmam...

*

Yorumlar

Popüler Yayınlar