Düş Yakandan Çocuğum


Hollanda'da yaşadığım şehir Amsterdam'a 1 saat uzaklıkta, daha ufak, ama aradığın hemen her şeyi de bulduğun, üstelik çok otantik güzel bir şehir. Daha önce yine bu şehirde yaşarken Amsterdam'a çalışıyor, her gün trenle gidip geliyordum ve beni pek zorlamıyordu, en azından trende ayakta kalma ihtimali yok, biniyorsun-iniyorsun, hop gelmişsin.

Benim aklımda hep şöyle bir fikir vardı (hatta artık bu fikri doğru görmediğime inanamıyorum, o kadar çok söylerdim ki bunu) bizim şehirde veya yarım saat civarı etrafında İngilizce ile iş yok. Bulamam. Bunlar daha Dutch, lokal yerler ve böyle bir imkan yok. Amsterdam tarafında çalışmak "zorundayım". Yazarken bile içim şişti.

Arada "ya açık bırak sen kendini belli olmaz" diyen yakınlarıma uzun uzun neden bu konuda bunun mümkün olmadığını anlatırdım falan. Evet doğru, Amsterdam'da İngilizce iş çok çok fazla ve buralar daha lokal şehirler. Ama sonunda kendi "aklımı" işin içine katmadan, kısıtlı tecrübem ve hayal gücümle bu durumu yorumlamadan, sadece kapıları açık bırakmaya karar verdim. Üstüme iş yağdı desem yeridir.

Yani, benim Hollandaca'm baya iyi fakat mesleğim marketing ve iletişim olduğu için, Hollandalı gibi konuşmadığım sürece mantıken! imkansız olduğuna çok net emindim böyle bir çalışma ortamının. Daha önce işlere göz gezdirip hakikaten İngilizce iş olmadığını da görmüştüm. Şimdi anlıyorum ki resmen gözüm görmek istememiş. Kendi şehrimde bile bir sürü uluslararası firma olduğunu gördüm.

Bazen bu kontrolcülüğün, hayata fazla karışmak, hayatı bunaltmak olduğunu düşünüyorum. O "mantıklı" açıklamalarımızın çenesi çok düşüyor bazen. Hayatımın birçok alanında yaşıyorum bunu ve hala "let it go" yapmayı öğrenmeye devam ediyorum. Böyle olmazsa şöyle olur, bakarsın bambaşka olur, bakmazsın öbür türlü olur; bu kadar önceden karar ve müdahale gereksiz ve zararlı. Huzurun, mutluluğun en büyük öncülerinden biri insanın kendi yakasından düşmesi... Hayata bırakması bazı şeyleri. Zaten kronik bir tembel, ne bileyim, yan gel yat osman biri değilseniz, ayağınıza gelen fırsatı çiçeklendirirsiniz her daim. Resmen kendi ellerimi boğazımdan çekmenin rahatlığı bu. Nefis bir şey.

İşin enteresanı, hala bir işe girmedim. Önce bu yazıyı görüştüğüm yerlerden biri kesinleşirse yazarım dedim; ama o zaman "klasik tuzu kuru hikayesi" olur diye düşündüm. Bu nedenle bir iş olmadan önce, bu kafaya çoktan vardığımı not etmek bir gururdur efendim. :) 

Diğer bir konu, hala Amsterdam Üniversitesi'nde yüksek lisansa devam ediyorum ve gönlümden geçen Hollandaca'mı da geliştirebileceğim, tam zamanlı olmayan bir iş. İmkanlardan biri biçilmiş kaftan, ikinci görüşmeyi yapacağız bakalım. İşin enteresanı bu iş imkanlarından şu an hiçbiri olmasa, ben yine aynı düşüneceğim. Hayatın paçasından çekmeyi bırakıyorum, gelsin geldiği gibi.

Bu yüksek lisans süreci de beni birçok konuda çokça tetikledi. Kendime dönmeme yardım etti. Özşefkat kursu gibi oldu diyorum hep. Amsterdam Üniversitesi İletişim Bilimleri, yani yüksek lisans yaptığım bölüm, bu alanda dünyada birinci seçiliyor devamlı. Bunu ilk duyduğumda oo demek ki eğitmenler de süper demiştim; fakat işin %90'ını size bırakıyorlar. Hollanda'da self study çok yoğun. Ben her şeye -tek başına Yunanca öğrenmek dahil- zor demem, ama bu bölümü zorlaştırmaktan keyif alıyorlar bence. Buradaki zor da nedir, mesela her gün makaleler, ödevler, proposal'lar, kaynaklar üstünüze yığıp haftaya pazartesi yine aynısını yapıyorlar. Dolayısıyla sizin akademik kariyer istemeseniz bile full time bir iş gibi bununla ilgilenmeniz gerekiyor; 22 yaşında yeni mezun, tek derdi hoşlandığı çocuğun ona yazmaması olan biriyseniz belki daha olası ama benim bir milyon sorumluluğum var günlük yaşamımda. Yine iyi götürüyorum ama bazen düşünüyorum işte, Hollanda'da yüksek lisans algısı Türkiye'deki gibi değil, iş görüşmelerinde dahi üstüne konuşan bir kişi oldu sadece. Bazen durup bunu tam olarak neden yapıyorum ve karşılığını alacak mıyım diye düşünüyorum; bunun yerine nokta atışı kurslar alıp direkt iş hayatına devam etmememin sebebi nedir diyorum mesela. Bakalım. Her şeyiyle çok şey öğretti bana şu 7 aylık dönem, bunu da hayata bırakıyorum. Geçenlerde Ogilvy Amsterdam'la görüştük mesela, öyle bir firma ile anlaşsam gözümün master göreceğini sanmam açıkçası, zaten öyle bir yere girmek için yapıyorum master'ı. :D Neyse. Böyle şeyler işte kafamdakiler. 

Ama şunu iyi biliyorum, 30 yaşıma yaklaşırken, artık en büyük arzum içime iliştirilerek dünyaya gönderildiğim yeteneklerimi, ruhumdaki otantik yönelimlerimi hayata geçirerek, sevdiğim şeyleri yaparak, sevdiğim yerde yaşamak. İnsan lahana gibi, soy soy bitmiyor zihni. Kendimi, ruhumu tanımak en büyük aktivitem son zamanlarda. Bakalım nerelere götürecek bizi bu yolculuk daha?


*







Yorumlar

  1. Αν θες να ζήσεις στον τόπο που αγαπάς, Έλα να ζήσεις στην Ελλάδα

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Θα γινει κι αυτο μια μερα

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar