"Nedensiz" Görünenler: Mizaç ve İnsan Ruhu

Bu düzenin fiziksellik ile sınırlı olmadığını düşünenlerdenim. Nasıl, neden; benim bulunduğum seviye bunu anlayıp bilmeye yeterli değil ama içimde bir yerde hissediyorum bunu.

Düşünüyordum da, her bebek dünyaya başka bir "mizaç" ile gelir. Ne güzel, derin bir kelime "mizaç".

Kimi çok ciddidir, kimi daha 5 aylıkken gülmeye bayılır ve çok güleç bir insana dönüşür. Olaylara bakışımız sadece çocuklukla, aile, çevre ve psikolojiyle şekillenmez kısacası. Bazı şeyler de bize apaçık "verilir". Dedim ya, kim tarafından, neden, nasıl bir sistemle bilemiyorum. Ama bir şeylerin ruhumuza farklı farklı yerleştirildiği açık.

Daha küçük yaşlardan itibaren bazı şeylere "kan çeker", bazı insanlara "nedendir bilmem içim almıyor onu" deriz. Kiminin büyüdüğümüz çevrede karşılığı vardır ve farkında olmadan da olsa eşleştirmeler yaparız; fakat kimileri de hakikaten bağlantısız ve nedensiz görünür. 

Veyahut, en sevdiğim konulardan biri; bir arkadaşınız vardır 20 senelik, iyidir hoştur. Sonra biriyle tanışırsınız, daha öyle çok konuşmadan "birbirinizi tanımaya gerek kalmadan" zaten tanıyor gibi 5 saat oturur muhabbet edersiniz. O muhabbet, karşınızdaki kişinin gözlerinde görüp eşleştiğiniz o "enerji" diyelim; bağımlılık yapan, aranan, özlenen, 5 sene de geçse hasret duyduğunuz bir şey haline gelir. Özeldir o insanlar. Açıklayamadığım bir şey yakalar sizi; işin ilginci çoğu zaman bu tek taraflı olmaz. Karşınızdaki insan ile bir yapboz gibi parçalarınız birleşir ve iki taraf da aynı yoğun duyguyu hisseder. Konuşmasalar da farkındadırlar; karşı tarafından farkında olduğunun da farkındadırlar.

İşte bu duyguların kökenini arıyorum bu günlerde. Ne buluyor ruh, o diğer ruhta?

Nereden gelir bu ortak payda? Neden bazı insanlara, mekanlara, kavramlara "içimiz kayar", adeta görünmeyen bir iple oraya çekiliriz?

İnancım o ki, görünmeyenlerin de var olduğu bir düzen bu. Ve bana sorarsanız, diğer diyarları da keşfetmeden ölmek istemezdim. Düşünsenize, bizim bildiğimizin milyonlarca katı büyüklükte bir evren var. Toz parçası olduğum bu evrende uçuşan diğer toz parçalarını, ışık süzmelerini, ve hayal dahi edemediğim başka başka varlık ve enerjileri tanımak isterdim.

Bu işe başlayacağım en güzel yer ise kendi ruhum olsa gerek. Neden içinden bas bas bağıran bazı şeyleri, bazı sesleri, "yap ve yapma"ları görmezden gelir ve sustururuz? Böyle olağan-üstü bir mekanizma varken içimizde, neden görmeyiz, görmek istemeyiz bazen?

Tamamen içgüdüleriyle, hissettiği gibi yaşasa insan; neler olurdu?

Yarın sabah nerede uyanırdım? Kimler olurdu etrafımda? Arama, görüşme diye kendimizi zorladığımız insanların hayatına mı dalardık? "Doğru" bellediğimiz şeylerin yarısını çöpe mi atardık? Bu bize iyi gelir miydi? Yoksa savrulur muyduk hayatta? Savrulmak doğamıza uygunsa, yine de bunu seçer miydik? Kim, ne zaman, ne aracığıyla öğretti bize stabil hayatın "iyi" olduğunu?

Bireyselliği öldüren bir toplumda yaşamak, insanın kendi kendine olan varoluşuna kör ediyor kişiyi. Tek başına sinemaya bile gitmenin garip karşılandığı bir düzende, insanın iç sesini duyabilmesi ciddi çaba istiyor. Ama diyorum ki, ya asıl hazine oysa? Asıl sihir o sesi duyabilene bahşedildiyse...

Bir yerden başlamalı bu yolculuğa.


*








Yorumlar

Popüler Yayınlar